219. Mektuplar

.

- Soma'da kazanın olduğu Eynez Ocağı şimdilik kapalı ancak uzmanlar orada 10 milyon ton kömür bulunduğunu söylüyor. Soma Kömür İşletmeleri'ne ait şirketin iki ocağı ise halen çalışmakta. Yani özel sektör de devlet de kömürün ve işçinin yakasını bırakmayacak. Eynez bir müze, anıt veya eğitim sahası olmayacak.

- 301 işçi öldüğünde de, Yırca'da 6000 zeytine dozerlerle girildiğinde de kaymakam makamında oturan şahıs şimdilik İstanbul vali yardımcısı. Vali yardımcılarının protokoldeki yeri ise 12. Yani Yüksek Okul Müdürlüklerinin bile altında. 

İsteklisin fakat biraz daha çaba göstermelisin. 

.


218. Mektuplar

.

Mekke'de yaşanan vinç faciasının ardından vinçin menşei olan Almanya, Mekke'ye 150 teknisyen göndererek olayın teknik araştırmasını yapıyor. (ki böyle elim bir kazada bile 110 kişi hayatını kaybetti) Soma'da günlerdir yanan ocağa, Türk Maden İş Sendikasının haberi olduğu halde işçileri çalışmaya gönderdiğini öğrendik. 

Kazanın üzerinden dört gün geçtikten sonra Soma'ya giriş çıkışların yasaklandığını biliyoruz. Güvenlik gereği veya teknik araştırma için uygulanan bir yasaklama değildi bu. Soma sokaklarında ve hayatını kaybeden işçilerin evlerinde cemaat mensubu imamların politikaları işlendi. Yaşanan iş kazası, bir sel felaketi veya deprem gibi anlatıldı. 

(Dua etmek başımıza gelen iyi-kötü hadiselerde bir boyun eğme sayılmaz. İnsanlık binlerce yıldır hayatını devam ettirme adına başına gelen olumsuz her deneyim sonrası dua edip boyun eğseydi bir arpa boyu yol alamazdı. İhmalkarlıkları kader örtüsüyle kılıflamanın bedeli ne yazık ki ağır olur.)

.




217. Mektuplar

.


İşçi ölümleri çoksa ekonomide büyüme beklemeyin.
Ali, madende sadece üç gündür çalışıyordu , dördüncü gün kaza oldu.
Şu anda mahkemede 15 gün eğitimden geçmiş gibi gösteriliyorsa malınızdan hayır beklemeyin.


.


216. Atıl Kapasite Aşk

.

An'ları gizemli bir saatte buluşma sözü ver bana. Gelip gelmeyeceğimi sormadan. İçimizden yakalanmışız gibi olsun. Detayları geçerek yetişelim birbirimize; ben sen, sen ben diye başlamadan. Hem biliyorum, kendiliğimizi kabullenerek rastlaşıyor hayatlarımız. Uzaktan uzağa.

Farkındayım dilindeki güzel şarapların üzümleri kırılmadı dalında. Gözlerindeki güzel dalıp gitmeler incitmedi sözdeki gümüşü. Sahillerimizde bıraktığımız kalabalık izler, cesarete çağırıyor ikimizi. Çünkü en samimi olduğumuz duygumuzdu o bize ait biricik dünya. Gün ışığını almak gibi katıksızlıktı, saflıktı, yalansız tek pratiğimizdi.

İlk kez dinlenen bir Mozart bestesi gibi geçecek gün, ilk kez okunan Nazım şiiri gibi ısınacak serinliğimiz. Hiç fark edilmemiş oysa hep karşımızda ışıyan o yepyeni Güneşle dolacak boşluklar, gölgeler, sabahlar ve (sen geldiğinde) an'ları gizemli bütün saatler. 

.


215. Budha'nın Penaltısı

.

"İnce severiz biz" dedi dilenci güneşin buruşmuş derisinde bıraktığı gölgeleri umursamadan.
 "Sevmeyi inceltiriz" Çok sigara içilmiş sesinin tonu kulakları taşlıyordu.
"Hafiftir. Hem öyle hafiftir ki yükte ağır gelmez sevilene; sevilen, taşırken yorulmaz."
"Seven yormaz yani" diye araya girdim bu tuhaf diyaloğun gidişatında kendimi vitaminsiz bir eklem sayarak. 

Bir süre konuşamadan çevreyi dinledik. Ağaçları, rüzgarı, yolu. Küçük kare masanın etrafında bir kedi pantolonlarımızın paçalarına kuyruğunu sürterek dolaştı. "Zaten sevmek neden yorsun ya da sevilmek neden yük olsun?" diye çıkıştı. Gözlerinde geçmişin hesap soran dinamiği okundu. Duruşu gençleşti. "En korkunç sorudur: Beni taşıyabilir misin? En güvensiz yorumdur: Seni taşıyamam. Beni taşıyamazsın." Kendi sertliğini kırmıştı. "Sen, başkalarının doldurduğu düşüncelerle kendini kendine ispat edememişsin aslında" diyerek gömleğinin cebinden sigara paketini çıkardı, paket boştu ve boş paketi gömleğinin cebine koyduğuna inanamıyordu. Paketi atacak bir çöp kutusu bakındı göremedi, yine cebine yerleştirdi.
"Şimdi seni kim taşısa aslında seni değil başkalarını taşıyacak." diye bitirdim yeniden. 

"Peki seni taşıyacağına yeminler eden? Kendi hayatının biriktirdiklerini tartmadan başkalarının yüküne nasıl ortak oluyor?" diye sordu dilenci.
"Güvenli limanlarımız neresidir ki" diye düşündüm, sadece düşündüm. 

.


Vicdan Ara'sı

.

Geçtiğimiz yıl Mayıs ayından itibaren Soma'yı Unutmamanın Bilgisi üst başlığı ile 301 adet kısa öykü / denemeleri yazmaya başladım. Bitirmek için kendime söz verdiğim tarih Soma faciasının yaşandığı 13 Mayıs'tı. Fakat bu tarihi verirken hayatın kendine has akışını hesaba katmamıştım; mayıs ayı başında evlendim, öncesi süregelen hazırlık ve koşturmalar, devamında iş ve şehir değiştirmeler derken yoğun bir dönemi geride bıraktığımı fark ediyorum. 

Yaklaşık 1.5 yıl boyunca Soma'yı yazdım, Gezi'yi yazdım, Gazze'yi yazdım, Şengal'i, Kobani'yi... Ezilen, horlanan, yok sayılan, yok edilen, yok edilmek istenen insan ve değerleri yazdım. Cümlelerim  taraf olma kültürünün kör eleştirisi olmadı. Hayatı bir sanat eserinin incelikleri gibi değerlendirirken muhalif düşünceyi eserin estetik düzeyi üzerinden oluşturdum. Evet, böyle oluyor. Olmasaydı Soma'ymış, 301'miş... üç günde unutur, sıkılır veya gündemin yeni başlıklarına odaklanırdım. (tıpkı halkımız gibi) Kurtulamadığın yerde o volkanik başkaldırıyı yaşıyorsun ruhunda. Sözcükler zihninde patlıyor. Kül bulutları kalbinin üzerini kaplıyor. İşte burada "yazmasaydım, ölürdüm" ün ne anlatmak istediğini yaşıyorsun. 

Şimdi... Şimdi bu 'ara', yine vicdani bir boşalma. Aklımda bir soru Suruç patlamasının yaşandığı dönemden bugüne kadar olanlar hakkında dolanıyor: Ne oluyor? Sanırım aklı selim her vatandaş ülkede olan bitenin altını çizerken bir sürü soru işaretiyle karşılaşıyordur. (mesela geçmişte mektuplar gönderen imralı şu andan neden suskun? % 13 ile iyi çıkış sağlayan hdp heyeti sonraki seçimde % 15 leri zorlayabilecekken terör faaliyetlerine karşı kararlı bir duruş neden sergilemiyor? gazete baskınlarının amacı, kapsamı, uzantısının olan bitenle ne ilgisi var?)

 Çünkü ne olduğunu ve ne olacağını biz halk olarak öngöremediğimiz gibi ilerleyen günleri iyi kötü tasarlayan siyasi şahsiyetlerin de öngöremediği ortada gibi. Bir yerde sayı olarak belirtmeyeceğim şehit naaşları kaldırılmadan ülkenin başka bölgelerinde güvenlik kuvvetleri can veriyor. Böyle günlerde kamuoyuna durumun kontrol altına alındığına dair bilgiler verilerek hani biraz da manevi destek mesajlarıyla birlik beraberlik perçinlemesi yapılır. Bu kez durum kontrol altında görünmediği gibi birlik beraberlik perçinlemesi kırılmak isteniyor. Manevi olarak her gün yara alan toplumun yarasına pansuman olacak bir çözüm, süreç, açılım benzeri uygulama yok. Siyasi partilerin gidişattan üç aşağı beş yukarı neleri umduğunu herkes görebiliyor.

Sosyolojik açıdan tarihte buna benzer kaos ortamlarının başlangıcı ve sonuçlarını ortaya koyacak gerçekten ama gerçekten akil insanlara ihtiyacımız var. Sağduyu ve barış odaklı medyaya ihtiyacımız var. Dünya bizi Türkiye iç savaşa gidiyor diye lanse ederken siyasetin o uzlaşma kabul etmeyen tavrından çok bilimin, sanatın, demokrasinin korumacı ve bütünleştirici diline ihtiyacımız var. Aslında en önemlisi onun bunun fikirlerinden çok elimizi vicdanımıza koyup düşünmeye ihtiyacımız var. Kalbimizin sesi doğruyu söyleyecektir.

.



  

214. Aylan

.

Aylan Kurdi.

Biliyor musun çocuk; bilinen insanlık tarihi 5000 yıla uzanıyor. Yani senin 3 yıllık ömrünün 1700 kat yıl kadar insanlar yaşadığın ve öldüğün topraklarda var. Bu 5000 yıllık tarihin toplamında bir kaç yüzyıl savaşmadan durabilmişiz. Son 300 yılda ise sadece 26 gün dünya üzerinde herhangi bir yerde savaş olmamış. 

Barış neden bu kadar zor değil mi çocuk? Biz yetişkinler bunu öğrenememişiz. 5000 yılda toprağı işleyen, binaları kocaman yapan, yolları kurup icat ettiği taşıtlarla adeta zamana hükmeden insanlar, yontamadığımız çok taşımız var ruhumuzda. Cebimizde taşıdığımız 10 cm'lik ekranlarda senin resimlerini gördük. Herkes görüp utansın diye de paylaştık. Fakat ders aldık mı dersen alamayacağımız 5000 yıllık genlerimizde mevcut canım. Bizden bir halt olmaz. Daha 5000 yıl böyle gitmez ha! Bir kaç yüzyıla içine sıçtığımız değer'leri bir güzel sıvar, yanına geliriz.

Sana gelince; cennette güzel bir çocuk ol. Çok yaramazlık yap. Bahçelerdeki erik ağaçlarına tırman. Dedelerinin sakal bıyıklarını çek. Anneni fazla yorma ve üzme. Yüzüne tüküreceğin amcaların var. Onlardan sakın korkma. Senin karşına geldiklerinde dizleri üzerinde af dileyecekler. Sen belki bulut kadar vicdanınla affedebilirsin fakat bizler o zaman senin yanında oluruz işte. 

Affetmeyeceğiz.

.



213. Sakız

.

Bir Rum köprüsünden aşırılmış uzo kokulu zeytinyağı tenekesinin içinde çamaşırlarını kaynatır titreyen elleriyle Hacer Ana. Oğulun ve gelinin çarşaflarını sakız gibi yapar. 

.