231. Hafif

.


Etrafındaki boşluğu örtemiyor yüzündeki heyecan ifadesi. Her günü çoktan düne benzemiş hayatında bir farklılık patlaması yarattığına öyle inandırıyorsun ki bu buluşmanın, kalkıp sana sarılsam sanki sonsuza dek bırakmayacaksın ve ben sonsuza dek kimseye o hazla sarılamayacağım. İlk dakikalarda gözlerimiz yerde sessiz, sonra ince tebessümlerle içimizden tatlı hatıraları ararken şımarmaya meyilli, yılların senden benden ne götürdüğü ne getirdiği safsatalarına uzak bir baş başalıkla beraberiz bugün. Ellerini ısıtmak istediğini belli edercesine avucunda hoyratça sakladığın çay bardağından hızlı yudumlar alışını izliyorum. Çayı böyle içtiğini bilemeyecek kadar kısa mı sürmüştü aşkımız yoksa seninle ilgili her şeyi unutacak kadar uzamış mıydı zaman? İnsan özlediğini, özlediği karşısına gelince mi anlar? Sen de benim gibisin. Unutmakla unutulmanın -iyilikle kötülüğün- ayırt edilemediği yerde! Sahipsiz, aitsiz!

Hatırlıyorum sen başkalarının neler düşündüğünü, hakkında neler söylediğini, söyleyeceğini kendinden fazla önemsedin. O yüzden bir saat sonrasını düşünmeden başkalarının senden çaldıkları hayatı yaşamaya, bir yenilginin ayağına gittin. Sözcüklerine inandığım için seni sevmiştim. Onlar mı boşalttı sözcüklerinin anlamlarını. Aslında şarkıdaki gibidir yaşamak: Masum değiliz der her sabah su verdiğin begonya. Dizlerinin üzerine çöktürür biraz daha. Biraz daha seni sen yapan her şey ağır gelir. Batmamak için kendinden tutar atarsın, parça parça. Hafiflediğini düşünürsün eksilmektir elinde kalan.

.
 

230. Teröre Dur De!

.

Şimdi bahsedeceğim hikayede olay ve kişiler tamamen hayal ürünüdür. 


Hafta sonu, ofisten üç arkadaş daha önce birlikte hiç yapmadığınız bir planla, ulusal takımın maçına gitmeye karar verdiniz. Biriniz biletleri tanıdık sponsor firmalardan ucuza kapattı. Biriniz eşine maç esnasında atıştırmalık kurabiye yaptırdı. Diğerinin 5 çocuğu var ve maddi kazancı ancak bu çocukların bakımına yettiğinden ona yüklenmediniz. O da sekiz yaşında, şimdiden futbol fanatiği oğlunu kendisi ile getiriyor. Maç akşamı stadın önünde buluştunuz. Turnikelerde kuyruk var. Siz de bir yerden sıraya girelim dediniz derken bumm! Kurabiyeleri tutan eliniz kolunuz yok, biletleri getiren arkadaşınızın kafası gözü dağılmış. Sekiz yaşındaki çocuk babasının omuzlarından otuz metre uzağa fırlamış. 

***

Ankara Garı'nın giriş merdivenlerine doğru hızlı adımlarla yürüyordu Mustafa, geç kalmıştı. Oysa saat 8 olmadan hazır ederdi tezgahını garın girişinde. Miting sebebiyle araç trafiğine insan trafiği de eklenmişti. Yerine güç bela yetişmeye çalışırken bir yandan da nefes nefese "Sıcak Simiiiiiit!" diye bağırıyordu. Durdurup alanlara hizmet de edince iki saat uzamıştı mesaisi. Fırından aldığı 300 simidi, tablasına özenle yuvarlak dizmişti. Allah bereket versin satışlar iyi başlamıştı bu sabah. Yolun ortasındaki kalabalığa doğru yürürken bumm! Simitçi tablası erişemeyeceği bir mesafeye fırlamıştı. Simitler etrafa et parçalarıyla dağılmıştı. Sağ kalçasından yanık kokusu geliyordu.

***

Fuck France! Fuck Reyhanlı! Fuck Suruç! Fuck Ankara! Fuck İstanbul! Fuck Gazze! Fuck Şengal! Fuck Kobane! Fuck Soma!


(Terör basitçe budur. Dini, milleti, alfabesi önemsiz bir bileşkeden ibarettir. Teröre dur de! Ayrım yapma)

.


229. Bahçe

.

Portakal bahçelerini anlatsam gözlerinin, uzun yağmurlar sonrası. Issız mı sessiz mi bilemediğim yanaklarından dövmeli kadınlar öpüyor mu diye yerinsem? Her gece piyano çalan parmaklarını aramak uğruna, bir kıyıdan bir kıyıya topuklu ayakkabılarımla geçsem lekeleri. Ruhları! Seni bıçaklardan seçiyorum. Çünkü çıplaksın ve ben şuursuz vedalar ediyorum kendime, ansızın. Sabaha karşı. 

Unutacaktın ve bitecekti. Çünkü çıplaktım ve yaz olağanca güzelliğini bırakıp terk ediyordu beni. Hatırladım, ıssızdı yanakların. Her gece piyano çalan parmaklarına rastlamadan bir kıyıdan bir kıyıya yalın ayak dönüyordum lekeleri. En son Beyoğlu'nda görülmüştüm, kemiklerimi kırıyordu ince bir kitap. Sarıldıkça sarılıyordum ray gibi düzgün iki bacağa benzeyen duman, şişe, yağmur ve geceye.  Bir bahsi kapatıp aklımda yenisiyle kavgaya gidiyordum. 

Unutacaktım ve bitmeyecekti. Asla çilek masalı olmayacaktı beni de seçen bıçaklar. Sessiz duracaktı yanaklarımı öpen yüzleri dövmeli kadınlar. İnce bir kitabın iki yalnızlık arasında gidip gelen hikayesinde Kaan İnce şiiri olacaktı kalbimiz. Okudukça uzayacaktı bacaklarının saatleri. Yanlış bir kentin bayrağını taşıma. Madem gitmeyeceksin hemen gelme! diye bakıyor, gözlerinin portakal bahçeleri. 

.