153. Korku

.

Uzatmak senin elinde. Mesela bu konuşmayı, mesela bu geceyi, mesela yazdığın (aslında hiç yazmadığın) mektubu. Rezalet çıkarmaktan öte o anahtar parmaklarının arasında nedense durmadı. Nedense on yaşından beri taşımakla övündüğün tespih kadar bir gün olsun sahiplenmedin her gece yanına yattığın küstahlığı. Seni aldatıyorum ve hiç konuşmuyoruz. Elimdeki umutları önce dudaklarının arasında yakıp sonra vücudumda söndürdün. Yeterince iyi olsaydın korkum ölürdü. 

.

152. Şarj

.

Şarjım bitmek üzere -çok konuşamadım- çağırmak uzun sürmüyor zaten. Evdeyim gel -temiz olsun parmakların, dişlerin, saçların- evdeyim gel ama sarhoş olup uyuma. 

.

151. Anlam

.

Soma'nın adını almış bir gemi ve üç yüz bir. Anlam görülmeli ekranlarda, karelerde.




.

150. Köpük

.

Köpürüyor az ötemde, taşlara çarptıkça deniz. Bir martının kanadı esniyor yarına. Sonunu bilmeden raylara atılmış bir gemi seçiyor kendine, yıllanmak arzusunda ev yapımı şarap. Seni düşünüyorum uzaktan. Yarına esniyor bacaklarım, uykum çarpıyor denize, köpürdükçe taşlarım. 

.

149. Endeks

.

Bugün çok kar yağdı. Bugün çok tatildi okullar. Bugün çok yalnızdı sokaklar. Bugün çok ezikti devlet. Tuz istiyoruz komşudan, ekmek ve süt de veriyor yanında. Sene 1984. Kömür bedavaya düşmemiş lakin kardeşliğin endeksi çok yüksek. 

.

148. Bazı Günler

.

Bazı günler bitti artık ülkemde. 
İnsanların pür neşe işe gittikleri günler gibi. İşçilerin, memurların ellerinde sefer tasları, ceplerinde bozukluklar, koltukaltlarında gazete dergi kitaplar taşıdığı günler gibi. Yüreklerinde çağıl çağıl umut taşıyan fakülte çocukları, bitti. Günler kuru, soğuk, gri. Evler beton, caddeler kir. Otobüsler kalabalık olsa da indi-bindi yalnızlıklarla dolu saatler. Eşyalar sayıca çok manaca faydasız, şarkılar yılışık ve sürprizler üç maça adanmış iddia kuponu ucuzluğunda. 
Bazı günler bitti artık ülkemde. Saygılı günler, eşit günler, hür günler...

.

147. Öf'ke

.

Çoktan seçmeli bir sorunun cevaplarını aramıyorsun. Gözlerinin içine bak. Orada serbest kalmayı bekleyen huzursuz bir karanlık var. Teknoloji ilerledikçe karanlık zindana daha çok giriyor. Zindan, ışığı değil karanlığı hapsetmiş. Kendini zindana adama. Gözlerinin içine bak. Işık yumağıyla doğduğun dünyayı çalkaladığını anımsa. Dünya seni tersyüz etmedi. Sınırlarını bilemedin. Çünkü sınırlar öğretildi. Çok kızgınım. 

.

146. Unutma

.

Unutmak için gelmedik bu dünyaya. Üstelik bu acıları yaşıyorsak her gün. Yaşamaya mecbur bırakılıyorsak. İşçi ölümleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı bitmiyorsa. Televizyonlarda yarışma adına dandik insanların cehaletine maruz bırakılıyorsak. Dizi diye çekilen sanatsızlığa her akşamımızı harcıyorsak. Görgüsüz ve kaba sporcuların olmayan zekilik, çeviklik ve ahlakına paralar yatırıyorsak. İmanı bütün yöneticilerimizden hiç bir yardım alamadığımız gibi üstüne kolluk kuvvetlerinden her hesap sorduğumuzda şiddet görüyorsak. Sonra yirmi yaşında bir genç kız tecavüze uğruyor, bıçaklanıyor, yakılıyor ve ormana atılıyorsa. Unutmayacaksın. Acılarını doğuran temelleri unutmayacaksın.

.

145. Hürrem

.

Durağa gelip yanımdaki boşluğa ilişiverdi, cebindekini çıkarıp "Dün akşam yazdım" dedi ve okumaya başladı:

"Çiçeğim. Hanımım. Gül hatmim." araya girmek zorunda kaldım. 

"Durun, durun buna benzer bir şiiri bizim Kanuni, Hürrem'ine yazmıştı." 

"İyi ama ben Hürrem'i görmedim ki" dedi.

Haklıydı. 

.

144. Aynı Anda

.

"Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm"

Soma'da. 
Aynı anda.

.

143. Ömür Törpüsü

.

Di'li geçmiş zaman hikayeleri anlatmak sıkıyor beni. Miş'liler hele daha bir boğuyor. Geniş zaman da çok geniş gelmiştir, evvelinden beri. Yani diyeceğim o ki üstad; şimdiki zamanı yakaladın, yakaladın. Yoksa pırr uzaklarda bir hayat, düşlerde memleket. Memleket mi? Özlem mi? Ayrılık mı? Ölüm mü? Seçeceksin biliyorum, yüreğine şekil verecek ömür törpüsünü.

.

142. Aynı Anda

.

Çalışma odasının parlak ışığı altında soluk iç dünyasına dönmüş dünü bugünü ve yarını düşünmekte muhafazakar bürokrat. - Hep ne olduk ne olacağız sorusunu ruhunun sırlı dehlizlerinde dolaştırarak küflü cevaplar üretmekte. Vicdanı, bürokrasisinin geldiği durumları aşamadığından çekmecesindeki silahını şakağına götürüp götürmeme tereddütüyle nice akşamı sabah etti. Soma'dan o acı haberler sonrası istifa etmeseydi Yaradan'ına asla secde etmeyecekti.

.


141. Aynı Anda

.

Koyu karanlık gecenin ortasında yuvasını bekleyen çoban köpekleri gibi iradeli. Bir kır masalı asla masa başında yazılamazdı. Binikiyüz kilometre mesafeden sonra yıldızlara bakarak çay yudumlamak ve doğanın müziğini dinlemek tanınmayan ve okunmayan bir yazarın tek hazinesi, o da şu an'a dair. Aynı anda dua sesleri gökte. Soma'nın bağrı kor. Ruhlara fatihalar. Yazar, cümlesiz.

.

140. Aynı Anda

.

Çiftçi hasta koyunlarının başında veterineri bekliyor. İçinde hüznünü örten deneyimleme. Tuzlu ayran istiyor karısından. Kadın, şalvarındaki çamurları silkelemeden aklında bir sürahi ayranla ağıldan çıktığında üçyüzbir boğaz kuruyor kuruyor kuruyor. 

.

139. Aynı Anda

.

Çok sevişiyor yirmi yaşında iki üniversite öğrencisi. Dudakları öpülmekten neredeyse mor, kalçaları parmak izi. Yemek bile yemeden düzgün, sadece tenlerinin tuzuyla kaç gündür. Çarşafların terli kokusu. Ayarsız mutluluk söylenceleri. Uykudan uyanan yirmi yaş bakışların arzu yüklendiği mayısta üçyüzbir işçi yer altında son terini döküyor, yaşamın bütün uzamlarına değecek hülyalarla. 

138. Aynı Anda

.

Vergi dairesinden emekli memurun her sabah girdiği ekmek kuyruğunda bile takım elbisesi üzerinde. Kuyruğun en şık üyesi olarak yine adı geçiyor ekmek kabininde, satıcının yüzü bu şıklığa gülümsüyor. Aynı anda üçyüzbir ölüm var Azrail'in belleğinde. Önlemsizliğin zirvesinde kömür.

.

137. Aynı Anda

.

Tersane işçisi bir geminin geniş paslı gövdesini zımparalıyor. Ağzındaki sigaranın külü uzamış. Aynı anda üçyüzbir can nefes nefese. Mayısın onüçü. İlkbahar solgun.