238. Ege

.

Beni hiç sormayan zamana kızıp Ege'ye döndüm. Ağrı gibi bir çokluk arayışıyla geceden sabaha yolda. Etrafta sinekler vızıldayıp uzaklardaki çocuk seslerine dokununca içimin boşlukları gençliğimi kovaladı. Uykusuzluklar ve yalnızlıklar şafağında. Hatıralarımda anlamını dolduramadığım her konuşmanın içini didik didik ederek. Ellerimde bir dokuma tezgahının ağır çekim çalışması; gözlerimde bir cenazenin ilerleyememesi. Sisli bir havada mikrobu solumak. Olmayışını kireçli parmaklarla madene vurarak. Tarihi bir ipucu yakaladım zeytinsizlikte. Gözlerin köklerime uzadı. Şehir sensiz kirli.

.


237. Hikaye

.

Son zamanlarda hep senden bahsettiğim için özür dilerim. Neredeyse bütün hikayeyi, sana taşıtarak yazdım. Çünkü hep seni düşündüm. Savaştayken, barıştayken... Bir şeyleri yoldan çıkartıp bozan veya düzelten olarak yanında yer almayan varlığımla. Sadece merak ederek seni düşündüm. Bir gün belki bunun için, sadece bunun için beni affedebilirsin.

.


236. Tiyatro

.

MARCUS: Aşktan bahsedebilmek için büyük olmalı yüreğin Teodora! 

TEODORA: Bunu söylemek için geç kalmadın mı Marcus?    

MARCUS: Bu, aşkın tarihle ilişkisi olduğunun kanıtı. Aşk eğlenmek için toyları seçer. 

TEODORA: Sonra bir kenarından çatlatır, bir köşesinden kırar. Herkes kırığını kendi onarır. 

MARCUS: Hoş; bunların hepsi büyüme denemeleri. Nasıl ki bebekliğinin aşılarını hatırlamazsın, zamanla kaybolur bu acı da. 

TEODORA: Fakat insan, onunla yanmaya cesaret edecek kadar aptal bir geçmişi yürüyecek. Yoksa yaşayacağı hiç bir ilişkiye aşk adını koyamaz.

MARCUS: Sözleri saçma bir şarkıda kendini kaybederek dans etmeye benzemeyecekse duyguları, kibrini kime yapsın. 

TEODORA: Neden tanımlarla dolduruyorsun ki bizi? Sevmeye yoruluyorum. 


235. Bu Aşk


.

Bu aşkı kaldır at. Ya da dur! Bir askıda unut, git. Aylarca beklesin. Bir sopanın ucuna takıp siyah market torbasına koysunlar. Biri alsın, sonra o da atsın. Bir dilenci sırtına geçirsin. Senle ben bir dilencinin sırtında uzaklarda dolaşalım.

Bu aşk sevişmez. Kaldıramaz dudaklarını. Rujundaki cangıl vahşi gelir. Yüzünü parçalarsın. Kopartmak isterken ellerini kaptırırsın göğüslerine. Ne ağır hareketler kalır, ne incecik bir tutam. Bitip başlayan geceleri doldurur kırmızılığın.  

Bu aşka ağlayabilirsen için çözülür. Ağlayabilirsen kaybettiğin bütün oyuncaklarını bulursun. Baban omuzlarına alır bir çırpıda yalnızlığını. Bir daha kimseye adını söylemek zorunda kalmazsın. 

Bu aşkı kaldır at. Seni sevmeye inandığımın farkındasın. S.ktir et beni kalbinin kıyılarından. Havasız bırak. Bıçaklar getiririm sana, kesersin bütün kadınlara olan göbek bağımı.

.




234. Denetim

.

Soma Kömür İşletmeleri'ni yüzde yüz sorumlu sanmayın. Çünkü Soma Kömür İşletmelerine gelene kadar Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün koltuklarında rahat rahat oturanlar var. Türkiye Kömür İşletmeleri'nin koltuklarında da rahat rahat oturanlar var. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın koltuklarında ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın koltuklarında da rahat rahat oturanlar var. Türk Metal Sendikası ve Türk-İş Sendikasının koltuklarında da rahat rahat oturuluyor keza. Yani Madencim, sen çalış. Seni koruyan kollayan kimse yok; koltuklarında rahat rahat oturuyorlar. 

.


233. Kalite

.

Soma Kömür İşletmeleri Kalite Politikası:

- Üretime zorla. Üretime zorla. Üretime zorla.

- İş güvenliğini s.ktir et! Kapasite artır. 

- Risk analizi yapma.

- İş sağlığı ve güvenliği eğitimleri boş zamandır. Yapma!

- Mesleki eğitim kitabî bilgidir. İş, yapılarak öğrenilir. Daha çok çalış.

- İç denetim boş zamandır. Yapma!

- Ocakları havalandırma. 

- Sorunları çözme. Zamanını üretime ayır. 

.




232. Maske

.

Ocak şartlarına uygun karbonmonoksit masken YOK. Mevcut maskeler YETERSİZ. Mevcut maskelerin kontrol ve bakımları EKSİK. Gaz izleme sistemi ARIZALI. Arızanın giderilme süreci KAYITSIZ. Elektrikli cihazlarda ex-proof (patlayarak bozulmaya karşı koruma özelliği) YOK. Yangınla mücadelede CAHİL. 

Ah! 301 madenci. Neden öldün?

.


231. Hafif

.


Etrafındaki boşluğu örtemiyor yüzündeki heyecan ifadesi. Her günü çoktan düne benzemiş hayatında bir farklılık patlaması yarattığına öyle inandırıyorsun ki bu buluşmanın, kalkıp sana sarılsam sanki sonsuza dek bırakmayacaksın ve ben sonsuza dek kimseye o hazla sarılamayacağım. İlk dakikalarda gözlerimiz yerde sessiz, sonra ince tebessümlerle içimizden tatlı hatıraları ararken şımarmaya meyilli, yılların senden benden ne götürdüğü ne getirdiği safsatalarına uzak bir baş başalıkla beraberiz bugün. Ellerini ısıtmak istediğini belli edercesine avucunda hoyratça sakladığın çay bardağından hızlı yudumlar alışını izliyorum. Çayı böyle içtiğini bilemeyecek kadar kısa mı sürmüştü aşkımız yoksa seninle ilgili her şeyi unutacak kadar uzamış mıydı zaman? İnsan özlediğini, özlediği karşısına gelince mi anlar? Sen de benim gibisin. Unutmakla unutulmanın -iyilikle kötülüğün- ayırt edilemediği yerde! Sahipsiz, aitsiz!

Hatırlıyorum sen başkalarının neler düşündüğünü, hakkında neler söylediğini, söyleyeceğini kendinden fazla önemsedin. O yüzden bir saat sonrasını düşünmeden başkalarının senden çaldıkları hayatı yaşamaya, bir yenilginin ayağına gittin. Sözcüklerine inandığım için seni sevmiştim. Onlar mı boşalttı sözcüklerinin anlamlarını. Aslında şarkıdaki gibidir yaşamak: Masum değiliz der her sabah su verdiğin begonya. Dizlerinin üzerine çöktürür biraz daha. Biraz daha seni sen yapan her şey ağır gelir. Batmamak için kendinden tutar atarsın, parça parça. Hafiflediğini düşünürsün eksilmektir elinde kalan.

.
 

230. Teröre Dur De!

.

Şimdi bahsedeceğim hikayede olay ve kişiler tamamen hayal ürünüdür. 


Hafta sonu, ofisten üç arkadaş daha önce birlikte hiç yapmadığınız bir planla, ulusal takımın maçına gitmeye karar verdiniz. Biriniz biletleri tanıdık sponsor firmalardan ucuza kapattı. Biriniz eşine maç esnasında atıştırmalık kurabiye yaptırdı. Diğerinin 5 çocuğu var ve maddi kazancı ancak bu çocukların bakımına yettiğinden ona yüklenmediniz. O da sekiz yaşında, şimdiden futbol fanatiği oğlunu kendisi ile getiriyor. Maç akşamı stadın önünde buluştunuz. Turnikelerde kuyruk var. Siz de bir yerden sıraya girelim dediniz derken bumm! Kurabiyeleri tutan eliniz kolunuz yok, biletleri getiren arkadaşınızın kafası gözü dağılmış. Sekiz yaşındaki çocuk babasının omuzlarından otuz metre uzağa fırlamış. 

***

Ankara Garı'nın giriş merdivenlerine doğru hızlı adımlarla yürüyordu Mustafa, geç kalmıştı. Oysa saat 8 olmadan hazır ederdi tezgahını garın girişinde. Miting sebebiyle araç trafiğine insan trafiği de eklenmişti. Yerine güç bela yetişmeye çalışırken bir yandan da nefes nefese "Sıcak Simiiiiiit!" diye bağırıyordu. Durdurup alanlara hizmet de edince iki saat uzamıştı mesaisi. Fırından aldığı 300 simidi, tablasına özenle yuvarlak dizmişti. Allah bereket versin satışlar iyi başlamıştı bu sabah. Yolun ortasındaki kalabalığa doğru yürürken bumm! Simitçi tablası erişemeyeceği bir mesafeye fırlamıştı. Simitler etrafa et parçalarıyla dağılmıştı. Sağ kalçasından yanık kokusu geliyordu.

***

Fuck France! Fuck Reyhanlı! Fuck Suruç! Fuck Ankara! Fuck İstanbul! Fuck Gazze! Fuck Şengal! Fuck Kobane! Fuck Soma!


(Terör basitçe budur. Dini, milleti, alfabesi önemsiz bir bileşkeden ibarettir. Teröre dur de! Ayrım yapma)

.


229. Bahçe

.

Portakal bahçelerini anlatsam gözlerinin, uzun yağmurlar sonrası. Issız mı sessiz mi bilemediğim yanaklarından dövmeli kadınlar öpüyor mu diye yerinsem? Her gece piyano çalan parmaklarını aramak uğruna, bir kıyıdan bir kıyıya topuklu ayakkabılarımla geçsem lekeleri. Ruhları! Seni bıçaklardan seçiyorum. Çünkü çıplaksın ve ben şuursuz vedalar ediyorum kendime, ansızın. Sabaha karşı. 

Unutacaktın ve bitecekti. Çünkü çıplaktım ve yaz olağanca güzelliğini bırakıp terk ediyordu beni. Hatırladım, ıssızdı yanakların. Her gece piyano çalan parmaklarına rastlamadan bir kıyıdan bir kıyıya yalın ayak dönüyordum lekeleri. En son Beyoğlu'nda görülmüştüm, kemiklerimi kırıyordu ince bir kitap. Sarıldıkça sarılıyordum ray gibi düzgün iki bacağa benzeyen duman, şişe, yağmur ve geceye.  Bir bahsi kapatıp aklımda yenisiyle kavgaya gidiyordum. 

Unutacaktım ve bitmeyecekti. Asla çilek masalı olmayacaktı beni de seçen bıçaklar. Sessiz duracaktı yanaklarımı öpen yüzleri dövmeli kadınlar. İnce bir kitabın iki yalnızlık arasında gidip gelen hikayesinde Kaan İnce şiiri olacaktı kalbimiz. Okudukça uzayacaktı bacaklarının saatleri. Yanlış bir kentin bayrağını taşıma. Madem gitmeyeceksin hemen gelme! diye bakıyor, gözlerinin portakal bahçeleri. 

.

228. Oda

.

İki odalı yüreğinde kendini ağırlayamıyor insan. Anılarını, aklından çok yüreğinde taşıdığını bilmiyor. Narın çatladığı yerden yoksulluğu, denizin kıyıya dokunduğu yerden sonsuzluğu hayal edemiyor. Geçmedi diyor içindeki ses. Yaşadığın hayatta son diye bir şey yok. Beterin beteri var ve şartlar müsait oldukça üzerine yürüyor. 

Korkulu rüyalardan kaçıyor insan; kendini sınamanın cesaretinden. Alışana kadar bütün alışmalara, sevdiği sevmediği bütün tanımları geziyor. Ruhu ısınıyor mor renkli perdeler arasında. Özlüyor: bir öksürük gibi boğazına takılırcasına. Sıcak, soğuk hiçbir şeyin fayda etmeyeceğinden emin. Boru sesi gibi acılanıyor. Bitti diyen çıkmıyor kulağına. Artık ben varım diyen. Her şey güzel olacak yalanına da razı gelebilir o anda. O anda bütün yalanlara inanabilir ancak gelmiyor Yanındayım diyen sesin sahibi. 

Başladığı yeri arıyor. Doğduğu değil var olduğu gezegenleri. Bulduğunda tek bir çöpün bile değişmediğini göreceğini bildiği halde neden bu arayışın ısrarıyla kendine dert ettiğini anlayamıyor. Düşünceleri duygularının önünde sürünüyor. Açamıyor gölgelerini. Duymak istediği sesleri. Sarmak istediği bedenleri. İki odalı yüreğinde. Ne çok anı saklıyor.


.

227. Savaş

.

Bulunduğum bölgeden geçecek bir levazım grubunu havaya uçurmam emredildi. Günlerdir takip edilip raporlanıyor. Menzilime girmelerine kırk beş dakikadan az bir zaman kaldı. Önceden kırk beş dakika bir maçın ilk yarısını ifade ederdi. Bugün ise birilerinin öleceği süreyi hesap etmekle kullanıyorum. Günlerin ve insaniyetin bittiği yerdeyim.

Irak, Suriye, Rusya, İran derken ülkeler peş peşe birbirilerine savaş ilan etti. Ülkeler savaşıyor dedim değil mi aslında içlerindeki terörist gruplar savaşın içinde. Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların İngilizlerin yanında savaştığı gibi. Belirli bir coğrafya üzerinde kimin kiminle savaştığı belli değil.   İngiltere adına Irak’tan ılımlı İslamcı örgütler savaşıyor. Çin adına Suriye’de radikaller. Askerler ne için savaştığını bilmiyor bana göre. Çoğu şu tarihte atılan bombanın hesabını soracağız diye çatışmaya girdiler. Sonuç hesabı sorulacaklar dizgesi.  Emir geliyor bölgeler bombalanıyor. Emir geliyor sığınaklara geçiliyor. Hayat durdu. Okullar, spor müsabakaları, borsa… Üretim adına silah endüstrisi çalışıyor. Sektörü elinde tutan lider devletler para kazanırken küçük devletler borç batağına saplanıyor. İnsanlık tarihi yüzyıllar sonra bu savaşın adını Aptallar Savaşı koyacak. Diyecekler ki yahu bunlar aynı dine mensupmuş ama birbirilerini boğazlamışlar. Bunlar aynı coğrafyada yaşayan insanlarmış neyi paylaşamamışlar. Diyecekler ki vay bak sen şu devlete bölgedeki diğer ülkeleri birbirine düşürmüş yer altı zenginliklerinin üzerine oturmuş.


Beni askere çağırdıklarının üzerinden 2 yıl geçti. Üç aylık eğitimden sonra üsteğmen rütbesini iliştirdiler omzuma. Hiçbir askeri tecrübem olmadığı halde komutan oldum. Savaştan önce kendi halinde muhasebeciydim. Evine süt, ekmek, yumurta, meyve sebze taşıyan. Eşiyle ev alma hayallerinde. Savaş şu anda bitse bile tekrar bir araya gelip taze düşünce ve duygularla  yeni bir hayat kurmamız yıllar alacak. Bunu söylemek bile acı verici. Yıkılmış şehirlerimiz var. Yanmış ormanlarımız. Kimyasallarla kirlenmiş denizimiz var. Radyasyon bulaşmış toprağımız. Kanımda hangi zehrin aktığını bilmiyorum. Doğacak çocuklarımızda hangi yeni hastalıklar çıkacak. Bu görevi başarırsam beni yüzbaşılığa terfi ettireceklermiş. Bu görevi başarırsam savaş bitmeyecek. Cesetlerimiz trenlerle taşınacak. Yüzyıl sonra soykırım yapıldı yaftası yiyeceğiz, birileri lobileri yöneterek kendi ellerini temizlediklerini düşünecek. Utanç içinde, yaklaşmakta olan konvoyu havaya uçuracak fitilin kumandasına basmayı bekliyorum. Yanımda on sekiz, on dokuz yaşlarındaki çocukların yaşaması için. Onların, çocuklarına torunlarına bu günlerin zorluğunu öğretebilmeleri için dayanıyorum. 


.

226. Alem

.

“Şu koskoca alemde yalnız bir kulum.”*
Gidenlerin ardından söylenecek daha gerçekçi  bir cümleniz varsa: Buyurun! Devamını okumanıza gerek yok. Ben sözcüklerine ayıracağım. Parçalarına. Bağlantılarına.

Koskoca alem. Kocaman! Ne büyük! Ya ben… Ne kadarım? 80 kilo et ve kemik yığını mı? Kalbimdeki sevgiler, öfkeler, kıskançlıklar, hoşgörüler mi ben? Aklımdaki yerler, zamanlar, umutlar mı? Alem kendine sığmazken küçücük aklım alemi koskoca diye nasıl tanımlayabilir? Koskocamanın içinde bir yanlış varsa o zaman benim küçücük şüphelerim kocaman sayılmaz mı? Alem ve ben birbirimize çarpa çarpa büyürüz küçülürüz. Durduğum yerde o bana kocaman görünür ben küçüklüğümü kabul ederim. Ettiğim anda benim büyüklüğüm, alemin küçüklüğü tasdiklenmez. Alem susar, ben konuşurum. Alem olmak istiyorsan sus. Büyük olmak istiyorsan sus.

Gidenlerin ardından herkes yalnız. Kalanların önünde giden yalnız. Dört kollu bir geminin içinde ağır ağır salınacağız. Bütün kalabalıkların arasından. İşlerimizi kimse tamamlamayacak. Dünyanın neresi eksik? Neresi tam ki diyorsunuz.  Dünya, kendi iştahını benimle gideren bir çukur. Ben doldurdukça içini o daha çok istiyor. Kendimden veriyorum. Çevremden. Çoluğumdan çocuğumdan. Ben yapayalnız ayrılırken dünyadan dünya her şeyimle yapayalnız kalıyor.

“Şu koskoca alemde yalnız bir kulum.” Yalnız, sadece “bir kulum”. Kendini duyan kendini dinleyen. Kendinden gelip kendiliğinin üzerinde kendine giden. Belki kendine gelen. 



*Mercan Dede’nin 800 şarkısından


.




225. Hayat Bilgisi

.


Evet çocuklar yoklama bitti, derse geçebiliriz. İlk dersimiz hayat bilgisi. Kitapları defterleri kapatın, kalemleri kenara koyun, yazmayın. Söyleyeceklerimi yazılı ve sözlü hiç bir sınavda sormayacağım. Sizler zaten büyüdükçe hayatın koşulları içinde sınava tabi olacaksınız. Umarım her biriniz üstesinden gelirsiniz. Evet; hayat çocuklar! Hayat, güçlünün zayıf olana hükmettiği basit bir döngüdür. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler doğdukları andan itibaren yaşam mücadelesi vermeye başlıyor. Yenidoğan bir bebeğin ya da bir kedinin annesine süt içmek için sığınması, yavru bir kuşun annesi yuvaya her konduğunda gagasını kocaman açarak yiyecek beklemesi yaşama tutunmanın örnekleri. Ekolojik sistemin bir parçası dediğimiz güçlünün büyüğün, küçük olana zayıf olana hükmetmesi, onu ezmesi ve belki hayatını sürdürebilmek için yemesi tamamen içgüdüsel davranışlar. Karnı tokken hiç bir hayvan başka bir hayvana saldırmaz. Doğada stoklama yoktur.

Bizler, büyüdükçe akıl, zeka, mantık ve duygu yeteneklerimiz gelişir. Kitaplar okuruz öğreniriz, yeni yerler gezer öğreniriz, çok insan tanır onların hayatlarına tanık olur öğreniriz, ailemizin komşularımızın dostlarımızın başlarından geçen olayları izler öğreniriz. Severiz, seviliriz, güveniriz, paylaşırız, aldatırız aldanırız öğreniriz. Akıl, zeka ve mantık üçgeninin merkezine iyi duyguları koyduğumuz takdirde hayat bilgisinde yaşam kolaylaşır. Nedir iyi duygular? Örneğin kardeşlik duygusu. Paylaşmak duygusu. Korumak, sahiplenmek, yaşatmak, devam ettirmek. Sevmek saygı duymak. Anlayış göstermek. 

Hastalanan arkadaşlarınızı ziyaret edin. Yaşlanmış büyüklerinize destek olun, onları yalnız bırakmayın. Kendinizden küçükleri koruyun. Topluluk içinde yüksek sesle konuşmayın. Saçının gözünün rengi, konuşması, kıyafetleri, telefonunun markası, dua ediş şekli, doğduğu kent veya köy sizinle aynı olmayan, farklılıklar gösteren insanlara karşı asla önyargılı olmayın. Onları küçümsemeyin, dışlamayın. Dalga geçmeyin.

Unutmayın. Akıl, zeka, mantık üçgenimizin ortasına iyi duygularımızı koyuyoruz. Düşmanlık, bencillik, kibir, hırs gibi duyguları koyduğumuzda Ali, Ahmet'i telefonunun markasıyla ezdiğini düşünür. Ayşe, İpek'i spor ayakkabısı ile. Özgür'ün bisikleti varken Barış'ın bisikletinin olmaması Barış'ı etkisiz, değersiz, sıradan bir çocuk yapmaz. Tarihte büyük işler başarmış insanların hayatlarını okuyun çocuklar. Çoğu fakirlikle büyüyüp zor koşullarda kendilerini yetiştirerek ideallerinden vazgeçmemiş umutlarını gerçeklere dönüştürmüştür. Büyük umutlarınız olsun ve onlara yüreğinizle sarılın. Hayat bilgisi karmaşık gelmesin size. Nefes almanın değerini bildiğiniz müddetçe hayatın bütün bilgisine erişirsiniz.  

Şimdi kitaplarınızı açın sayfa on'da konuyu kim okuyacak, parmaklar?  


.

224. Borç Yiğidin Filikasıdır

.

Bankayı uçurmaya gittin bankacı kızla sevgili oldun. Nişanlandın. Evleniyorsun. Havaya uçuracağın bankadan kredi çektiniz. 36 ay borçlusun. Kızın babası kalp krizi geçirdi. Özel hastaneye yatırdınız. 15 günün faturasını kredinizden ödediniz. Babayı hastaneden çıkardınız. İhtiyaçlarınızın yarısını alabildiniz. Nişanlın da kredi çekti. 36 ay da o borçlandı. Düğün, nikah herkes eğlendi. Bakalım daha neler göreceksin.

.


223. İyileşmek

.

Brigitte'in kaslarımın oyuklarında ne aradığını asla bilemeyeceğim. Gözlerimi kapatıp parmaklarının sesini dinliyorum. Tuvalde resim yapar gibi değil madende çalışır gibi işliyor vücudumu. Ruhu tenime iğne misali batıp çıkarken dikiş diker gibi onarıyor. İyileşmek acı veriyor.

Brigitte'in kör olduğunu size söylemeyi unuttum. Körlerin o ağır hareketlerinde ürkek tavırlar bulursunuz bu kız çok cesur. Şarap açıyor, günlük yazıyor, ayakkabılarımın bağcıklarını bağlıyor. Ona tek faydam var. Onu yıkayıp uyutuyorum. Rüyasında beni görüyormuş.

224. Anlaşma

.

Yine o şık takım elbiseleriyle koruma ve dalkavuklar arasında el sıkışırken çok iyi anlaşıyoruz pozlarının ardında hissedilen derin ölüm haberleri.

anKARA - 10 Ekim 2015


Barışı arzuluyorum, gözlerimiz yaş yüreğimiz gam içinde. Oyunları, dansları, gülüşmeleri, şakalaşmaları arzuluyorum. Kadınların ellerinde çiçekler eksilmesin. Çocukların dilinde şeker tadı. Babaların gözlerinde umutlu bakışlar. Omuzlarından başlayarak ekmek kokusu, emek kokusu. O güç, o kuvvet bir aileyi anlatsın bize. Bir mahalleyi. O mahalleden taşan ülkeyi anlatsın -şiirdeki güzel günler bunlardı. 

.

223. Paraşüt

.

Sorulardan uzun süre önce sıkıldım ve sormayı bıraktım. Çünkü cevaplarla anlaşamadık. İnsan hiç bir güne böyle başlamamalı. Ya Kâbir bilgeliğiyle yaşarsın ya da Cengiz Han zalimliğiyle. Bahçende bir gül yetiştirebildiğin müddetçe ikisi de sayılmaz. Gülün dikeni var mı? Var. O  halde baktığın yer kadar durduğun yer de önemli.

Dünyanın senin etrafında dönmediğini, günü canhıraş bir yorgunlukla tamamlayıp yastığına kafa attığın zaman anlıyorsun. Sokağındaki, mahallendeki, semtindeki bütün evlerin içinde aynı belirsiz mutsuzluk. Heyecansız hırslara mağlup dilimlenmiş beyinler. Komşularının akrabalarının başarılarıyla hasetlenen, başarısızlıklarıyla kendine haz payı çıkaran küçük domuzcuklar olduk. Wilhelm, kurallarımızı kendimiz koyuyorduk hani. Wilhelm, köyümüzün Paşa'sıydık biz. Çakılıyoruz Wilhelm. Paraşüt açılmıyor. Bari düşerken sabırlı ol diyor yukarılardan bir ses ve güvenerek sırtımıza aldığımız paraşütlerin elimizde kalan yararsız iplerini sevmemizi öğütlüyor. Çok meraklıysan gel sen sev!

.

222. Yara

.

Çok yaram var. Açsam sargısını Dağlarca şiiri kadar kanar. Yaşar Kemal'in toprağınca kabuk bağladıydı lakin o Hrant değil mi ki yaşamış aramızda kabuk bağlamaz nice Yaşar Kemaller gelse o yara. 

.

221. Mektuplar

.

Soma yazıları üç ana konudan oluşuyor. İlki gerçekler, diğeri hikayeler ve sonuncusu haber odaklı mektuplar.

Gerçekler, ELEŞTİR sloganıyla başlayıp sistemi, düzeni, hayatı, insanları, kendimizi, yerimizi sorgulamamıza fırsat veriyor. Hikayeler, vicdanımıza hitap ediyor. Duygularımızı tartıp yoğuruyor, insanın mekanik bir varlık olmadığını (olmadığımızı) hislerin çevresinde geçen anlatılarla (kurgu yaşantılar) anlamamızı sağlıyor. Mektupların yukarıdaki iki ana konudan ayrıldığı nokta aktardıklarımın yasalarda var olması, mahkemelerde, madenlerde, sendikalarda yaşanmış olması. Gazetecilerin, madencilerin, siyasetçilerin, sendikacıların, halkın gözüyle görüp kulağıyla işittiği durumlar olması. Yani görmek istemeyeceğimiz kadar gerçek. 

Yine bir mektup yazısı. 

1 Aralık 2014'de kısa mesajla işten atıldıklarını öğrenen işçilerin kıdem tazminatları sendikanın TMSF ile imzaladıkları protokol gereği sendika tarafından 24 ayda ödenecekmiş. 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce Erdoğan'ın Manisa mitinginden önce bir miktar ödeme yapılmış ve kalanın dört taksitte ödeneceği duyurulmuş. Meğer kıdem tazminatı seçimlere vaad olmuş. Hadi diyelim oldu, tamam ancak seçim vaadi de yerine getirilmedi. Tazminatın 24 taksitle ödenmesi nedir? 2 bin 955 işçiye harçlık verir gibi tazminat ödenecek. CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, sendikayı kınamış. Biz kimi kınayalım.

.

220. Fıkra

.

Nota bilmeden şarkı söyleyebiliyorum. 
Bana fıkra anlat. Gülmesem de olur. 




219. Mektuplar

.

- Soma'da kazanın olduğu Eynez Ocağı şimdilik kapalı ancak uzmanlar orada 10 milyon ton kömür bulunduğunu söylüyor. Soma Kömür İşletmeleri'ne ait şirketin iki ocağı ise halen çalışmakta. Yani özel sektör de devlet de kömürün ve işçinin yakasını bırakmayacak. Eynez bir müze, anıt veya eğitim sahası olmayacak.

- 301 işçi öldüğünde de, Yırca'da 6000 zeytine dozerlerle girildiğinde de kaymakam makamında oturan şahıs şimdilik İstanbul vali yardımcısı. Vali yardımcılarının protokoldeki yeri ise 12. Yani Yüksek Okul Müdürlüklerinin bile altında. 

İsteklisin fakat biraz daha çaba göstermelisin. 

.


218. Mektuplar

.

Mekke'de yaşanan vinç faciasının ardından vinçin menşei olan Almanya, Mekke'ye 150 teknisyen göndererek olayın teknik araştırmasını yapıyor. (ki böyle elim bir kazada bile 110 kişi hayatını kaybetti) Soma'da günlerdir yanan ocağa, Türk Maden İş Sendikasının haberi olduğu halde işçileri çalışmaya gönderdiğini öğrendik. 

Kazanın üzerinden dört gün geçtikten sonra Soma'ya giriş çıkışların yasaklandığını biliyoruz. Güvenlik gereği veya teknik araştırma için uygulanan bir yasaklama değildi bu. Soma sokaklarında ve hayatını kaybeden işçilerin evlerinde cemaat mensubu imamların politikaları işlendi. Yaşanan iş kazası, bir sel felaketi veya deprem gibi anlatıldı. 

(Dua etmek başımıza gelen iyi-kötü hadiselerde bir boyun eğme sayılmaz. İnsanlık binlerce yıldır hayatını devam ettirme adına başına gelen olumsuz her deneyim sonrası dua edip boyun eğseydi bir arpa boyu yol alamazdı. İhmalkarlıkları kader örtüsüyle kılıflamanın bedeli ne yazık ki ağır olur.)

.




217. Mektuplar

.


İşçi ölümleri çoksa ekonomide büyüme beklemeyin.
Ali, madende sadece üç gündür çalışıyordu , dördüncü gün kaza oldu.
Şu anda mahkemede 15 gün eğitimden geçmiş gibi gösteriliyorsa malınızdan hayır beklemeyin.


.


216. Atıl Kapasite Aşk

.

An'ları gizemli bir saatte buluşma sözü ver bana. Gelip gelmeyeceğimi sormadan. İçimizden yakalanmışız gibi olsun. Detayları geçerek yetişelim birbirimize; ben sen, sen ben diye başlamadan. Hem biliyorum, kendiliğimizi kabullenerek rastlaşıyor hayatlarımız. Uzaktan uzağa.

Farkındayım dilindeki güzel şarapların üzümleri kırılmadı dalında. Gözlerindeki güzel dalıp gitmeler incitmedi sözdeki gümüşü. Sahillerimizde bıraktığımız kalabalık izler, cesarete çağırıyor ikimizi. Çünkü en samimi olduğumuz duygumuzdu o bize ait biricik dünya. Gün ışığını almak gibi katıksızlıktı, saflıktı, yalansız tek pratiğimizdi.

İlk kez dinlenen bir Mozart bestesi gibi geçecek gün, ilk kez okunan Nazım şiiri gibi ısınacak serinliğimiz. Hiç fark edilmemiş oysa hep karşımızda ışıyan o yepyeni Güneşle dolacak boşluklar, gölgeler, sabahlar ve (sen geldiğinde) an'ları gizemli bütün saatler. 

.


215. Budha'nın Penaltısı

.

"İnce severiz biz" dedi dilenci güneşin buruşmuş derisinde bıraktığı gölgeleri umursamadan.
 "Sevmeyi inceltiriz" Çok sigara içilmiş sesinin tonu kulakları taşlıyordu.
"Hafiftir. Hem öyle hafiftir ki yükte ağır gelmez sevilene; sevilen, taşırken yorulmaz."
"Seven yormaz yani" diye araya girdim bu tuhaf diyaloğun gidişatında kendimi vitaminsiz bir eklem sayarak. 

Bir süre konuşamadan çevreyi dinledik. Ağaçları, rüzgarı, yolu. Küçük kare masanın etrafında bir kedi pantolonlarımızın paçalarına kuyruğunu sürterek dolaştı. "Zaten sevmek neden yorsun ya da sevilmek neden yük olsun?" diye çıkıştı. Gözlerinde geçmişin hesap soran dinamiği okundu. Duruşu gençleşti. "En korkunç sorudur: Beni taşıyabilir misin? En güvensiz yorumdur: Seni taşıyamam. Beni taşıyamazsın." Kendi sertliğini kırmıştı. "Sen, başkalarının doldurduğu düşüncelerle kendini kendine ispat edememişsin aslında" diyerek gömleğinin cebinden sigara paketini çıkardı, paket boştu ve boş paketi gömleğinin cebine koyduğuna inanamıyordu. Paketi atacak bir çöp kutusu bakındı göremedi, yine cebine yerleştirdi.
"Şimdi seni kim taşısa aslında seni değil başkalarını taşıyacak." diye bitirdim yeniden. 

"Peki seni taşıyacağına yeminler eden? Kendi hayatının biriktirdiklerini tartmadan başkalarının yüküne nasıl ortak oluyor?" diye sordu dilenci.
"Güvenli limanlarımız neresidir ki" diye düşündüm, sadece düşündüm. 

.


Vicdan Ara'sı

.

Geçtiğimiz yıl Mayıs ayından itibaren Soma'yı Unutmamanın Bilgisi üst başlığı ile 301 adet kısa öykü / denemeleri yazmaya başladım. Bitirmek için kendime söz verdiğim tarih Soma faciasının yaşandığı 13 Mayıs'tı. Fakat bu tarihi verirken hayatın kendine has akışını hesaba katmamıştım; mayıs ayı başında evlendim, öncesi süregelen hazırlık ve koşturmalar, devamında iş ve şehir değiştirmeler derken yoğun bir dönemi geride bıraktığımı fark ediyorum. 

Yaklaşık 1.5 yıl boyunca Soma'yı yazdım, Gezi'yi yazdım, Gazze'yi yazdım, Şengal'i, Kobani'yi... Ezilen, horlanan, yok sayılan, yok edilen, yok edilmek istenen insan ve değerleri yazdım. Cümlelerim  taraf olma kültürünün kör eleştirisi olmadı. Hayatı bir sanat eserinin incelikleri gibi değerlendirirken muhalif düşünceyi eserin estetik düzeyi üzerinden oluşturdum. Evet, böyle oluyor. Olmasaydı Soma'ymış, 301'miş... üç günde unutur, sıkılır veya gündemin yeni başlıklarına odaklanırdım. (tıpkı halkımız gibi) Kurtulamadığın yerde o volkanik başkaldırıyı yaşıyorsun ruhunda. Sözcükler zihninde patlıyor. Kül bulutları kalbinin üzerini kaplıyor. İşte burada "yazmasaydım, ölürdüm" ün ne anlatmak istediğini yaşıyorsun. 

Şimdi... Şimdi bu 'ara', yine vicdani bir boşalma. Aklımda bir soru Suruç patlamasının yaşandığı dönemden bugüne kadar olanlar hakkında dolanıyor: Ne oluyor? Sanırım aklı selim her vatandaş ülkede olan bitenin altını çizerken bir sürü soru işaretiyle karşılaşıyordur. (mesela geçmişte mektuplar gönderen imralı şu andan neden suskun? % 13 ile iyi çıkış sağlayan hdp heyeti sonraki seçimde % 15 leri zorlayabilecekken terör faaliyetlerine karşı kararlı bir duruş neden sergilemiyor? gazete baskınlarının amacı, kapsamı, uzantısının olan bitenle ne ilgisi var?)

 Çünkü ne olduğunu ve ne olacağını biz halk olarak öngöremediğimiz gibi ilerleyen günleri iyi kötü tasarlayan siyasi şahsiyetlerin de öngöremediği ortada gibi. Bir yerde sayı olarak belirtmeyeceğim şehit naaşları kaldırılmadan ülkenin başka bölgelerinde güvenlik kuvvetleri can veriyor. Böyle günlerde kamuoyuna durumun kontrol altına alındığına dair bilgiler verilerek hani biraz da manevi destek mesajlarıyla birlik beraberlik perçinlemesi yapılır. Bu kez durum kontrol altında görünmediği gibi birlik beraberlik perçinlemesi kırılmak isteniyor. Manevi olarak her gün yara alan toplumun yarasına pansuman olacak bir çözüm, süreç, açılım benzeri uygulama yok. Siyasi partilerin gidişattan üç aşağı beş yukarı neleri umduğunu herkes görebiliyor.

Sosyolojik açıdan tarihte buna benzer kaos ortamlarının başlangıcı ve sonuçlarını ortaya koyacak gerçekten ama gerçekten akil insanlara ihtiyacımız var. Sağduyu ve barış odaklı medyaya ihtiyacımız var. Dünya bizi Türkiye iç savaşa gidiyor diye lanse ederken siyasetin o uzlaşma kabul etmeyen tavrından çok bilimin, sanatın, demokrasinin korumacı ve bütünleştirici diline ihtiyacımız var. Aslında en önemlisi onun bunun fikirlerinden çok elimizi vicdanımıza koyup düşünmeye ihtiyacımız var. Kalbimizin sesi doğruyu söyleyecektir.

.



  

214. Aylan

.

Aylan Kurdi.

Biliyor musun çocuk; bilinen insanlık tarihi 5000 yıla uzanıyor. Yani senin 3 yıllık ömrünün 1700 kat yıl kadar insanlar yaşadığın ve öldüğün topraklarda var. Bu 5000 yıllık tarihin toplamında bir kaç yüzyıl savaşmadan durabilmişiz. Son 300 yılda ise sadece 26 gün dünya üzerinde herhangi bir yerde savaş olmamış. 

Barış neden bu kadar zor değil mi çocuk? Biz yetişkinler bunu öğrenememişiz. 5000 yılda toprağı işleyen, binaları kocaman yapan, yolları kurup icat ettiği taşıtlarla adeta zamana hükmeden insanlar, yontamadığımız çok taşımız var ruhumuzda. Cebimizde taşıdığımız 10 cm'lik ekranlarda senin resimlerini gördük. Herkes görüp utansın diye de paylaştık. Fakat ders aldık mı dersen alamayacağımız 5000 yıllık genlerimizde mevcut canım. Bizden bir halt olmaz. Daha 5000 yıl böyle gitmez ha! Bir kaç yüzyıla içine sıçtığımız değer'leri bir güzel sıvar, yanına geliriz.

Sana gelince; cennette güzel bir çocuk ol. Çok yaramazlık yap. Bahçelerdeki erik ağaçlarına tırman. Dedelerinin sakal bıyıklarını çek. Anneni fazla yorma ve üzme. Yüzüne tüküreceğin amcaların var. Onlardan sakın korkma. Senin karşına geldiklerinde dizleri üzerinde af dileyecekler. Sen belki bulut kadar vicdanınla affedebilirsin fakat bizler o zaman senin yanında oluruz işte. 

Affetmeyeceğiz.

.



213. Sakız

.

Bir Rum köprüsünden aşırılmış uzo kokulu zeytinyağı tenekesinin içinde çamaşırlarını kaynatır titreyen elleriyle Hacer Ana. Oğulun ve gelinin çarşaflarını sakız gibi yapar. 

.

212. Mutluluk

.

Yine o afili restoranın verandasında kahkalar atarken ben mutluyum pozlarının altında hissedilen derin çaresizlik. 

.

211. Fark

.

Aramızdaki farklar belirgindi. Sen 'fırın' derken ben 'fırtına' anlıyordum. 

.

210. Deli


Herkes mi yalnız? Bu yüzden mi onca delilik?

.

209. Alıntı

.

"Bazı akşamüstleri oturur
Hikayeler yazardım
Deli gibi!

Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkardı."

Sait Faik

.

208. Büyü

.

Tanıyorum seni; küçücük bir çakıl taşını parmaklarının arasına alıp incelediğin günlerden... 
Boş bir bahçenin tam ortasında durup ceviz yapraklarının rüzgarla çene çalmasını üşüyerek dinlerdin. O üşümeler seni büyütürken 'büyümek' aklına bile gelmezdi. 

Seni hayalgücünün şiddetinden tanıyorum.
Sırtına astığın çarşaflarla ne kahramanları oynuyordun. Çıktığın sandalyelerin üzerinden sıçradığın anda savrulan pelerininin eteklerine ne umutlar doluyordu. İnsan kendinin bile kahramanı olamıyor aslında! Çarşaf yırtılıp oyun bittiğinde bunu anlamıyordun.

Yani şimdi hâlâ farkına varıyor musun bilmiyorum; en büyük mutluluğun bile içinde masum da olsa hüzünler saklı ya da günlerce süren kalp sıkışmalarının atomlarına ince ince sevinç damlaları yağıyor. Zamanın yaşamadığımız anları uçsuz bir boşluğa dönüşmüyormuş. O boşlukları göremediğimiz hüzünler ve sevinçler doldururken insan büyümek ve değişmek arasında, kibrit kutusu büyüklüğünde bir huzur dalını arıyor. 

.

207. Dünya


Dünya, 4.54 milyar yaşında. 
Senin onunla nasıl bir işin olabilir ki? 

206. Teselli

Göze alamadığımız yakınlıklarımızla mı uzak kalırız hayatlarımıza yoksa göze aldığımız uzaklıklar mı bizi daha çok yakınlaştırır? Kafanız karışmasın ikisi de aynı şey. 

İnsan, kendine yabancı olduktan sonra kime / neye yakın dursa yanında eğreti durur. Kişilik elbisesi üzerine dikilmemiştir çünkü, istemeden alınmış bir emanet gibi zorlama heveslerle taşır üzerinde. Kimi / neyi sevse elini yıkama ihtiyacı duyar. Tehlikelidir sözleri; siz duyarsınız lakin kendi duymaz. Siz, girdiğiniz her yolu düşene kadar koşarsınız hatta bazen düşeceğinizi bilerek koşarsınız. Kendine yabancı insanlar, baskın olumsuz ruhlarını size kabul ettirir, açmak istediğiniz kapıları kilitler. İçlerindeki uzaklıklarla nice yakın hayallerin ölümünü izlersiniz. Bazı duyguların tesellisi olmaz.

205. Alıntı

.

dün çözüldü ve gelecek bir balina sürüsüyle kıyıya vurdu

umay umay

(alıntı:twitter: @umay_umay)

.

204. Babalar Günü - Soma

.

Yapılacaklar: Pazar sabahı erken kalkıp duş alınacak. Babamın hep istediği gibi kahvaltı edilecek. En güzel elbiseler giyilecek. Babama yazdığım mektup yanımıza alınacak. Önce toprağını sulayacağım. Çünkü bu sene büyüdüm. Üzerindeki otları ve taşları temizleyeceğim. Üç kulhüvallahi bir elham okuduktan sonra ona yazdığım mektubu sesli okuyacağım. Ona söz verdiğim gibi bize yapılanları hiç unutmayacağım. 

203. Özür

.

ezilen tüm halklara

İlk yaz umutları olsun, kirazlı bahçelerden nefes nefes topladığımız. 
Biliyorsun, yaşamak bazen tek bir nefes
bazen ise Onurun mücadelesi.

Ayırmadan elmadan armudu, hurmadan vişneyi... Saraybosna'da, Gazze'de, Şengal'de, Yemen illerinde... Göğsümüzden fışkıran kardeşlik inancıyla yazılsın yüzyıllık barış şiiri. 

Sonra özür dileriz çocuklarımızdan...

  

202. Hiç

.

Seni gördüğümden beri sendeyim. Beni aldığından beri seninim. Beni bıraktığından beri kendimi bende görmüyorum. Senin bileğindeki kuvvetteyim, saçındaki tozda. Toprağı yaran makinede. Senin çalışma erdemin beni ezdi, içinde yeni bir aşkla yaratıldım. Ölüm halin beni bitirdi sanma. Ben kendimden çoktan gittim, sen seninle gitmeyecektin.

.

201. Saz

.

Sesi hepimizden iyiydi Nazmi abinin. Okullar tatile girince gündüzleri berberde çıraklık yapar akşamları ise sazını alıp evlerinin köşebaşında türkü söylerdi. O seneden sonra duymadık Nazmi abinin akoru bozuk sazının sesini de. 

.


200. 44

.

Çocuğum hala. İstiyorum ki eski çizgi filmleri yayınlasın televizyon kanalları. Annem zorla yemek yedirsin bana. Günün ağırlığı çöksün, gözlerim kapansın. Babaannem söylensin dursun hayırsızlığıma. Bu akşam da ders çalışmadan geçsin. Gözlerimi araladığımda babamın kucağında yatağıma taşındığımı göreyim, çocuğumu taşıdığım gibi. Çocuğum hala. Kırk dört yaşında.

.

  

199. Oyun

.

Oyun bozuluyor. Havadaki sıkıntıdan hissediyorum. Çok ölü gömdüm ben. Bir süre sonra ölüler, canlıların yerini alıyor. Aklımı oynattığımı düşünme sakın. Benim gerçeğim bu. Beni gerçeğim: Mezarlar. Bana gerçek diye yaşamdan veya yaşama dair örnek gösteremezsin. Çünkü yaşamı anlayabilmek için, yaşadığımı anlayabilmek için her akşam onun üzerine yazılmış kitaplar okurum. Her akşam, ne görürüm o kitaplarda biliyor musun? Sadece kurgu.

Uydurulmuş insanlar, insanların evleri, karı kocalıkları, çocukları, başlarına gelen dünya kadar abuk olay. Sen; baksana bir etrafına o kurgulardan birini yaşayan kaç kişi var tanıdığın? En basit kurguyu anlatayım. Oğlanla kız kaldırımda çarpışır - araba mı ulan bunlar sık sık çarpıştırıyorsunuz düzgün yollarında gitseler ya - göz göze gelirler sanki o anda tepelerinde de Eros vardır. İkisine birden aşk okları gönderir yayından. Milyonda bir görülen hastalıklara şahit oluyoruz ben daha kaldırımda çarpışarak evlenen görmedim. 

Peki, niye okuyorsun yaşamdan bahsetmeyen(!) kurgu kitapları diyorsun? İnanmak istediğim için. Kurgu da olsa bütün işi ölü gömmek olan ben, vicdanıma yaşanan güzel günlerin olduğunu inandırıyorum. Kimbilir hayattayken çok saygı görmeyen bir ölüye, hayatta olan bir olarak son saygımı gösteriyorum. Belki hayatta iken kurgu gibi yaşamış bir ölüye o hayatın hakkını verdiği için rağbet gösteriyorum. Fakat bu hava, eğer kurgulardaki gibiyse yani kitaplardan öğrendiğim hayata bir kez olsun gelecekse oyun bozuluyor. Canlılar ölülerin yerini almaya geliyor.

.


198. Kızım

.

Yeniden birini sevdiğini anlatacak kızım. Önce davranışları gelecek sonra bakışları ve yüzündeki suçlu seğirmeler. Bozuk bir Türkçe ile konuşacak, daha doğrusu benim ona kendini ifade etmeyi öğretemediğimi anlamamı sağlayacak. Anlattığı her şeyi yarım bırakıp soğan doğramaya gidecek. Mutfakta, yapayalnız, elinde bıçak, bilerek parmağını keserken gördüğü kan ile gözyaşı vagonlarından birinde yolculuk edecek ve indiğinde yanıma gelip yeniden birini sevdiğini anlatacak kızım. 

197. İnsan Küçüğü

.

bir insan küçüğü. elinde ince fırçalar. suluboya mektuplar boyuyor, baba diyeceği mezar taşındaki isme. bir insan küçüğü. meşin topla cam kıramayacak, bunu ilk yaptığında çok dayak yediğini hatırlayacak. sanki ölecekmiş gibi duruyor. arkadaşlarıyla yüzmeye gittiğinde, on beşinde. 

196. Hemşire

.

Kemikli alnı, uçlara doğru sivrilen simsiyah kirpik ve kaşları, damarları belirgin elleri ve çatlamış dudaklarını diliyle ıslatarak konuşan Ayten hemşire; ilk getirilen madencinin iş tulumunu kırk yıllık terzi edasıyla makasla ortadan ikiye kesti. Mayıs ayının en 'bahar' günleriydi. Sabahtan beri rutin hastalar arasında alerjik vakalar, astım nöbetleri, ateşlenen çocuklarla geçirmişti zamanını. Aniden bastıran bir fırtına gibiydi ambulansın gelişi. Ambulansın şoförü geri dönmekten bahsettiğinde hemşirelik kariyerindeki en büyük fırtınasına yakalandığını seziyordu. Madencinin gövdesi çöl gibi sıcak ve kuruydu. Eldiven içindeki parmaklarını sıcak kumda yürür gibi temkinli dolaştırdı göğsünde. Oksijen maskesine rağmen nefes almadığını fark etti. Kalbi atmıyordu. Sıradaki işler dağ gibi büyüdü önünde. Fırtınanın ilk yağmuru düşmüştü toprağa. 

.

195. Adam


Bir sövgü bin ayıba bedel. Dilbilgisi kuralları kendiliğinden işler. Korkma dedin tanıştığımız günden beri. Bütün adamlığımla al yazmalarına tutundum. Yaralarımı sürdüm ellerinin ayetlerine. Madeni yeryüzüne çıkardı sana olan aşkım. O karanlık destandan, yemyeşil bir masal dizdim. Senin gölgene düşüremedim adamlığımı. Korkma dedin tanıştığımız günden beri.  Annenin dualarını ezberlettin bana. Çocukluğumda annemin çelik çomaklarımı aldığı saatlerde; yine. Sonsuz bir çınar gibi büyüdü ölüm, korkmuyordum zaten, sensiz kalmaktan korktuğum kadar.

194. Cennet Madeni

.

Sana ne yaptılar ben anlatayım. Güneşini aldılar elinden. Işığa yabancı oldun. Ay parçanı söndürdüler. Karanlığa sus oldun. Nefesini çektiler, yüzün soldu. Varlığın çıkmaza girdi. Az birazdı gücün kollarında, bacaklarında. Konuşmaya halin var mı şimdi? Gözlerin çatladı, gözbebeklerinin sabır ateşi uçtu. İnsanlar, ah o insanlar... Azap veriyorlar ocağına. Okyanus kadar derin iç geçirişlerin olsa da okyanus kadar geniş çöller kaldı mazinde. Kuru ve sıcak. Artık ölümün terketmeyeceği bir nur'sun. Babana cennet madeninde yol.

193. İdol

.

- Her hikayeden aşk çıkmaz. Her aşktan hikaye çıkar.

- Aşkı mı önemsersin yoksa hikayeyi mi?

- Sana kalmış...

- Seçtiğin hangisi olursa bir yıl sonra buluşalım ve bana anlat.

- Başlangıçta ne vardı onu söyle önce. Yani şimdi? Bir yıl sonra onu ne kadar eskittiğini ikimiz de görüyor olacağız. 

- İyi bir yürek çoğu kez yetmeyecek. 

- Sen benim mutluluk idolümsün. Güçlü ol ve hikayeni yaşa.

.

192. Kompartman

.

Ay'ın ortasından doğan bir çocuktu yüzün. Herkes saçlarını sevecek; ben, güneş yanığı teninde ne medeniyetler gördüğümü bileceğim. Çünkü ağzını öptüm, titreyen nefesler verirken ağzıma. Çünkü gemiler demir aldı; biz, yunusları karadan takip ederken. Herkes boynunu örten şalın renginden bahsedecek, ben bir kompartmanın yarım penceresinden sarkmış zarif bir maceraya veda edişimi anımsayacağım. Gittim. Çünkü'sü yok!

.  

191. Çamaşır

.

Çamaşır asıyor.
Çay demliyor. 
Toz alıyor. 

Mutfak alışverişin dileğince yapamıyor. Çocuklara (iki erkek, biri beş diğeri sekiz yaşında) cips alacak, çikolata bisküvi alacak kadar ayırıyor. Eve dönünce

Çamaşır yıkıyor.
Bardakları duruluyor.
Yerleri süpürüyor.


.

190. Conta

.

Mutfaktaki musluğun contası değişmeyecek, damla damla ziyan olsa da... Bir conta bir aşk sayılabilir bazı evlerde ve aşktan bahsedilmez madenin kör şüphesi içinde.


.

189. Ellerinize

.

Ellerinize ithaf ettiğim şarkıdan beri dokunduğunuz her yerde o melodi. 

Eşsiz çocuk kahkahaları dolduruyor gün doğumuyla gün batımı arası bütün ana yönleri. Benimse olmak istediğim tek yer var. Yaz beni o güzel el yazınla baharın sona erdiği gül dalına.

.


188. Edip

.

Bugün not aldım: İlk baharın bitmesine iki gün kaldı, herkes ilgisiz dedim. 

28 Mayıs'tı bugün. Edip'in bu dünyadan şiir yükünü sırtlanıp gittiği tarihti. Yıl önemli olmaz şair için. Herkesin ölüm yılı anılır ya da hatırlanır da şairin söylenmez, söylenemez belki. O yüzden sorun herhangi bir vatandaşa yaşıyordur Edip Cansever. Aramızda Ruhi Bey'le vardır, Ahmet Abi ile Çağrılmayan Yakup ile vardır. Masa hep aynı masadır.

.

187. Sokak Kuşu

.

Ona dokunacağım diye ödüm kopuyor. O aklıma gelince kötü olaylar sıralıyorum gözlerimin önüne. Depremler sıralıyorum, ambulans içinde yaşama döndürme çabaları sıralıyorum, en çok ölümü düşünüyorum. Yine yok! Bütün neşesi ölümü bile unutturuyor. Onu yanımda düşlüyorum gece aniden uyanınca. Bir sığınma oluyor boynuma doğru, öpüyor sessiz bir merakla. Sanki hangi renge boyandığımı görüyor.

.

186. Haziranlık

.

Çok affedersiniz oturabilir miyim dedi turist kadın. İskelenin merdivenlerinden yüzeradım çıkagelmişti yanımıza. Yağmurun yağdığını onu görünce fark ettik, hemen yer verdik. Sıcak çayını içti uzun uzun, kaybolduğunu söylemeye karar verene kadar.

.

185. Hazirana Vurgu

.

Saçlarını çıplak kıl sisten. Başka nasıl ayırt ederim güneşi.


.

184. Çizgi

.

Şairçıkmazı edebiyat dergisinde yayımlanmıştı ilk. Hatta adaşım bir çocukla aynı sayfayı paylaştırmışlardı. Çizgi'ydi şiirimin adı. Şiirde çizgi ile ilgili tek sözcük bulunmazken iki dizesi vuruyordu okuru: Kar, erken uyanıyor damlarına / Suyla dargınlığı Nuh'tan olanların.

.

183. Mayıs Biterken

.

Önümden boş bira bardağını gürültüsüzce çekti. Yeni doldurmadı. Uzaklarda...

Kesinlikle burada olmayan bir kiraz ağacı, ışıksız gecede küçük kiraz çocuklarını öptü alınlarından. 

Mayıs biterkendi... Bütün aşklar kırmızı, bütün biralar baharsız ve halkların kardeşliği haber bültenlerindeki en meşhur slogan.

.

182. Zor

.

Nasıl zor en başa dönmek. Sıfıra vurmak dalga dalga. Uyanır uyanmaz gözlerinden başlayan çürümenin ayakucuna kadar yayılmasına engel olamamak. Nasıl zor her gün, insanların dış görünüşleriyle, şiveleriyle, inançlarıyla, doğdukları topraklarla alay eden çoğunluğun arasında yaşamak. Yediğini içtiğini paylaşanların bir de beğenmeyişlerini okumak. Dolabında sahip olduklarına burun kıvırıp başkalarının kıyafetlerine imrenişlerindeki kıskançlığa gömülmek. -ki yapıyoruz evet eleştirsek de yapıyoruz bunu, kendimize engel olamayışımızdan değil o moda, trend ya da adı her ne karın ağrısıysa ruhumuzu sattığımız kapital şeytanın uşaklığını iyi yapıyoruz.

Davranışlarımız değişti. Biliyor musunuz, evrime yeni bir halka koyduk. Maddi olan her şeyi tüketerek değerli olanı aramızda yok ettik. Sadelikle bayağılığı, kolaylıkla basitliği, alçakgönüllülükle sıradanlığı birbirine karıştırdık. İçi boş çoğulları nitelikli azlara tercih eder olduk. 

Bütün bunları tekrar tekrar düşünüp yazdığımın da farkındayım. Unuttuğumuzun farkında olmadığımız için belki. 

Önce insan olduğumuzu unutmayalım. Sanki, sonrası geçmeyecek ama kısa ömrümüzde bir nebze olsun hafifleyecek.


.

181. Sosyal Tepki

.

"O kadar çok kazdınız ki cennete düştünüz."

"Karanlık içinde yaşadınız Işıklar içinde yatın."

"Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin."

"Yüz karası değil kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası. (o.veli)"

"Bir avuç kömür için bir ömür verenlere."

"Unut(a)mayız."

"Hiç bir kömür ısıtamayacak, babaları madende ölmüş çocukların yüreğini."

"Göz yaşın, alın terin, kirli çizmen şerefimizdir."

"Çıkartmayın çizmeleri Vicdanımız kirlenmesin."

#SomayıUnutma


180. Yıldönümü

.

Ne kötü bir başlık! Yıl dönümü.

Başkasını bulamadım. 13 Mayıs geldi. 1 yıl içinde 301 parça kısa öykü - mesaj yazmaktı hedefim. 

1 yıl içinde onca işle beraber 301 paragraf yazıyı bitiremedi kalemim. Fakat Soma Maden İşletmeciliği, 1 günde 301 işçinin ölmesine sebep oldu. 

Can dönümü. 

Daha yazacağım 121 öykü onların temiz siyahlığına ayna olsun. 

#soma
.


179. Utanmak

.

Utanmak nedir bilmeyenler ölümden sonra normal hayatlarına devam ettiler. Her gün yeni takım elbise giydiler. Her ay dolgun maaşları hesaplarına yatmaya devam etti. Paralarını diledikleri gibi harcadılar. Çocuklarına yedirdiler, misafirlerine yedirdiler. Temiz pak gezdiler. Tatillere çıktılar. Piknik yaptılar. Havuzda yüzdüler. Allah'ın evlerini ziyaret edip hiç utanmadan ellerini açtılar, vatan için millet için dirlik düzenlik istediler. Utanmak nedir bilmeyenler aramızda yalan söylemeye devam ettiler. Kula kulluk etmeye devam ettiler. Namerdin uşaklığına, hastayı, köylüyü, düşkünü, yaşlıyı horlamaya devam ettiler. Postal yalayıcılar bütün bu olan bitene karşı utanmak nedir bilmeyenlerin postallarını yalamaya devam etti. Akıl fikir sahipleri hepsine şaştı kaldı. 

.


178. İman

.

"Soma'da ölen madencilerin yeni görüntüleri ortaya çıktı."

Arzu, bunun gibi saçma başlıklar atan bütün gazeteleri her gün gittiği marketin gazete rafından teker teker topladı. Market sahibine görünmeden kaçarken yolunun üzerindeki ilk çöp tenekesine hepsini fırlattı. Bir madenci kızından kalan son eylem görüntüsüydü bu. Son düşünce eylemi. Duygu boşalması. İşsiz fakat gururlu, yalnız fakat adil. 

.


177. Şair

.

Şairin yolculuğu tek bir dizenin peşinde geçer. (Oldum olası böyle sınıflandırmalardan tiksindim) Şair, o tek dize için saatlerini, günlerini bazen haftalarını ve aylarını feda eder. (Bütün şairler buna inanmışsa da hepsi her ay dergilerde boy boy görünüyor, hepsinin her sene yeni kitapları çıkıyor) O tek dizeyi düşünür, o tek dizeyi arar. İzlerini usanmadan takip eder. (Kitaplarındaki şiirler de birbirinin kopyası adeta araya araya bulduklarını değil de kopyaladıklarını yayımlıyorlar) 

Şairin tek dizesi, romancının ilk cümlesi gibidir. Romancı, sayfalar dolusu hikayelerine giriş için ilk cümlenin sancılarını nasıl çekiyorsa şair de tek dizenin sancılarını öyle ve hatta daha meşakkatli yaşar. (Eğer şair, roman yazabilseydi kesinlikle roman yazmak isterdi. Şiir okuyanlar, şiir kitabı satın alanlar roman okuyanlardan daha az) Çünkü şiir, meramını roman gibi sayfalarca anlatmaz. Şiir, okurunun merakını bir dize ile canlı tutmak ister. Okurunu bir dize ile kendisine hayran bırakır. (Kimi şiir de bir dize ile nefret ettirir, şiire söz yok elbette tabi şairse onu yazan, şaircikse o zaman sorun büyük) Az sözcük çok mana, ölçülü bir yapı ile laf salatalığı yapmadan seçilmiş sözcüklerle serüvenini başlatır ve bitirir. Şairin bir şiir için harcadığı emek, romancının on sayfada anlattığına denktir. (Buradan sonra yukarıdaki paragrafta şiirin hangi özelliğinden bahsedilmemiştir sorusunu sormak gerek. Şiirin çoksesliliğinden, sosyalliğinden, geçmişten günümüze tarihimize tanıklık eden canlı bir sanat olduğundan bahsedilmediğini açıklıkla söyleyebiliriz. Ha şayet şairi sorsaydı onun da aramızda yaşayan bir hayat emekçisi olduğunu neden anlatmadıklarını sorgulayabiliriz. Onun da düzenli bir işi - bazıları da işsiz ne yazık ki - eşi, çocukları, kirası, taksitleri, borçları, rahatsızlıkları, eşref saati, tavlası, kahvesi, uykusu, pazarı mutlaka vardır. Sanki şair bir dize yazmak için masa başında elinde kalem günlerce düşünür. Oldum olası böyle sınıflandırmalardan tiksindim.)

.


176. Dilenci

.

"Beyefendi" dedi arkamdan kırık çok kırık ve kirli bir ses, dönüp baktım. Üstü başı hırpani, tozlu topraklı, yer yer yağ yer yer kurumuş koyu kan izleriyle bezeli esas rengini uzun zaman önce yitirmiş pantolon ve ceketiyle salınarak duruyor. Elleri de elbiseleriyle aynı oranda kirli, kara, kahverengi, tozlu, yağlı ve kanlı. Saçlarını ve gözlerini ve dudaklarını ve çenesini anlatmak gereği duymuyorum daha. Yine de beyefendi demesinden ince bir haz hissettim. Kendi adıma hissettiğim bir haz olmadığının farkındaydım. Onun içindi yani; sanki böyle kaba görünüşün ardından gelecek sözler de hep kaba olması gerekliymişçesine gaflete düştüm. "Buyrun" dedim ben de eş nezaket ve insaniliğin düşünüşünde. "Cebinizdeki paradan yaşamımı bugün belki yarın ve en geç öbür güne kadar idare edecek bir miktar rica edebilir miyim?" Şaşkınlığıma mı odaklanayım, bir dilencinin benden üç günlük yemek parası istemesi karşısında ne yapacağımı mı düşüneyim yoksa para isteme tarzı üzerine mi kafa yorayım bilemedim. Acele ile elimi cebime atarak bozuklukların hepsini çıkardım ve avucuna bıraktım. "Sadece bu kadar var" "Beyefendi, ben bütün paranızı talep eden bir hırsız değilim, sadece bu kadar var demeniz anlamsız, eğer işinize veya evinize gidiyorsanız en azından bir yolculuk yapacaksınız demektir ve bu da size bir miktar gerektiğini kanıtlar. Ve şayet siz de bir ihtiyacınızı görmek maksadıyla dışarıda bulunuyorsanız bütün paranızı benimle lütfen paylaşmayınız, ihtiyacınız olanı sayıp öyle karar verebilirsiniz."  

Artık bunun bir şaka olduğunu düşünmeye başladım.

.


175. Şiir Hali!

.

Bu geceyi kaç yıl hatırlamak isteyeceğim? Dışarıda köpekler durmadan havlıyor. Beni aradıklarına yemin edebilirim yalnız beni onlara vermezseniz size kendimi 'şiir' halinde sunabilirim. 

174. Nisan

.

Hayatın acıtmadığı bir yürek zor bulunur. Babacım. Nisan ayı geldi. Yağmurlar yağıyor. Senin nisanı başka sevdiğini biliyorum, çünkü annemle nisan ayında tanışmıştın - bunu hep sen anlattın nedense annem anlatmadı, senden sonra da anlatmadı - bir başka çünkü, ben nisanın yirmisinde doğdum. Senin mevsimin babacım, senin ayın. Artık ben de nisanı çok seviyorum. Sen sevdiğin için. Ben doğduğum için. Yağmurlar yağdığı için, çiçekler açtığı için. Artık mayısı hiç sevmiyorum, seni aldığı için.

.

173. Duş

.

Bir şeyler aniden değişti. Kelebeklerin ömrü iki güne çıktı. Kelebekler. Ömürlerinin ikinci günü yine aynı saatte uyanıp çiçek çiçek ağaç ağaç uçtular. Yoksullar? Onlar aynı kaldı. Evde hastaları var, çocuğun pantolonu yamalı, filtresiz sigara içerek iş arıyorlar. Bir şeyler aniden değişti. Çizgi film kuşağı uzadı. Sabah haberlerinde önceki günün özetini yeniymiş gibi anlatmıyorlar. Çocuklara çizgi filmlerle matematik öğretiliyor. Enflasyon yine tenis topu fiyatlarındaki artış/azalış oranlarıyla ölçülüyor. Durun bir dakika yoksa golf topu muydu? 

Bir şeyleri aniden değiştirebilme kabiliyeti edinmeli insan. Hayat, sıkıcı saatlere girer takılır. Bitmeyen bir trafik başlar. Kalkıp duş alırsın, rehavetin uzar.

.


172. Kartpostal

.

Akşamları yaz şarkılarını dinlemeyi seven komşumuz vardı. Arada bir dinlediği şarkıları kapatıp karısı dışında başka kadınların isimlerinden şarkılar söylerdi. Yarısı yabancı yarısı yerli. Babam bu adama çok küfrederdi. Akşamları yaz şarkıları dinlemeyi seven adam bir gün ortadan kayboldu, evine kartpostallar geldi Hindistan'dan, Libya'dan ve Doğu Anadolu'dan. Karısı hiçbirini açıp okumamış. Annem o kadına çok hak verirdi. Bir gün öldüğünü söylediler adamın. Karısı eşyalarını toplayıp baba evine gitti. Boş eve kartpostalları bulmak için girdim. Yoktular. 

.

171. Hak

.

En sevdiğinden bahsederken nasıl da umutlu konuşuyorsun. Ağzın kulaklarına varıyor derler ya kabaca öyle. Hatta duaları bile anıyorsun bir cümle. Kendin için hiç dua etmezsin. En sevdiğinden bahsederken gözlerin parlıyor bak. Sarılmak, öpmek, koklamak... yani bir aşk için gerekli ne varsa, bir kalp için gerekli ne varsa her gün yapmak istiyorsun. Sonra korkuyorsun da. Çok normal. Artık yalnız olmadığını hissettiğin tek kişi O. Anne, baba, kardeş sevgisine, varlığına benzemiyor onunki. Kar yağarken sadece onu düşünüyorsun. Korkuyorsun onsuz kalmaktan. Onu sensiz bırakmaktan. Bu yüzden onunla iken zamanın en durağan olduğu şeyleri yapmayı seçiyorsun her fırsatta. Film izlemek gibi el ele veya başı dizlerinde. Çay içmek gibi karşılıklı göz göze uzun uzun. Adını an. Daha çok yaz. Yeşilliklerle yaz. Maviliklerle yaz. İşte yine umut geldi durdu dudaklarının ucuna. Seni seviyor O da. Bunu bildiğin için şarkılar söylüyor parmakların. Gözlerin yerinde duramıyor bunu bildiğin için. O da seni seviyor ve sen onun sevgisini sonsuza dek hakkettiğini düşünüyorsun. 

Hak et dostum... Sevdiğini sonsuza dek hak et. 

.

170. Sığmak

.

Hasta yatağına sığmaz, mahkum koğuşuna. Kalem kağıda sığmaz, harfler mürekkebe. Aşk, bir gönüle sığamadığı için iki gönülde tamamlar kendini. Dil bir ağızda söz olur, diğer kulakta ses olur. Öfke bir şehri aşar. İman uçurumlardan uçar. Karanlık gözlere değmez maden ocaklarında. Nefes, ciğerlere sığmazsa ölüm evlere sığmaz.

.

169. Tarih

.

Tedavülden kalkan eşyalar onlara duyduğumuz korkuları da içimizden söker mi?

.


168. Oğul

.

- Oğlum, on beş yaşında kocaman bir adam oldun. Seni doğduğun günden beri eğittim. Bundan sonrası sana kalıyor. Kendini yetiştirmeye geliştirmeye ada. Şunu hep aklında tut ki dünyada hiç bir konuda kesin bir doğru yoktur. Bugün geçerli olan yarın eskir, paslanır. Bugün yağan yağmur yarın çamur olur batak olur. O yüzden her zaman ara. Bulduğunda da asla kibirlenme. Kendine saygın olsun. 

Çocukları sev, kadınlara şefkat duy, yaşlılara merhamet et, hasta ve düşkünlere kol-kanat ol. Aşırılığın ise her türlüsünden uzaklaş. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve hastalar senin ruhunu ne kadar kutsayacaksa yapacağın aşırılıklar da o kadar alçaltacak. Eğer başına bir kaza gelmezse ortalama daha elli beş yıl yaşayacaksın, şimdi benden bir isteğin var mı?

- Dondurma yiyelim mi?

.



167. Bebek

.

Kavgaya hep sonradan girdim. Yani aktif olarak. İlk yumruğu yemişimdir ya da kafayı... Aşka da hep sonradan girdiğimi fark ettim. Evet, fark ettiğimde ya kalbim kırılmıştı ya da bir köşesinden hayallerim... Bir şeylerin değişmesini istemek nereden başlayacağını bilemediğin zamanlarda etkili olmuyor. Kendinin farkında olmak kusursuzluğu sağlamıyor. Yönetmen gereken dışarı alem birer peygamber bulmuşcasına mucizelerle kaderine yön verebiliyor. Yine de bütün bunları düşünmek karışık gelmesin. İlk yumruk dudağını patlatabilir. 'seni öldürmeyen acı güçlendirebilir' 

.

    

166. Öykü

.

Kaç öykü bir hayat eder? Bitirdiğimiz her gün hayatımızdan kaç öykü eksiltiriz? İnsan, bütün bir hayatını tek bir öyküye adayabilir mi? O tek öykünün peşinde kaç hayat feda ederiz? 


.



.

165. Alaylı

.

Daha iyi anlayıp yorumlayabilmek için mutlaka her şeyin kursu vardır -da acaba bazılarımızın anlayıp yorumlama yetisi gelişmiş olabilir mi? Bu durumda tartışmayı başlatabiliriz, sizce alaylı mı mektepli mi?

.


164. İç

.

Zaman, şeffaf bir tren gibi geçti aramızdan. Sana okunmayacak mektuplar yazdım. 

Sana iç organlarımı yazdım; dış mihrakların tek tek çürüttüğü iç anılarımı. İç çocuklarımı anlattım (hiç okumayacaksın). İç ölümlerimi. Senden sonraki soyut hayatımı nasıl yaşayıp bitirdiğimi. 

#soma #berkinelvan 

.

163. Tişört

.

Dün annen çıka geldi, (elinde) bakkal poşeti içinde kirli tişörtün, nereye sakladıysa kendini yatak altı mı dolap arkası mı, ben öyle bir tişörtün olduğunu unutmuşum. 

Bir tişörte, bir annene, bir bakkal poşetine baktım, azı dişlerim birbirini ezmekten ağrıyor. Beyaz sabunla yıkayacağım tişörtünü sonra ihtiyacı olan birine vereceğim.

#soma #301
.

162. Aselsan

.

Aselsan çalışanı son müntehir mühendis. Aşk için(miş - sözde) diyelim öyle! Ah! Aşk mühendisler için tekinsiz bir yurt mu oldu? 

Şimdi cesaret sonsuz bir hastalık. Ne direnmeyi biliyor apartman çocukları ne mücadeleyi. Bebekleri bana verin. Rock dinleyeceğiz, Nazım okuyacağız, Neruda okuyacağız. Che'yi bileceğiz, kayıp yıllarımızı hesaplayacağız kavgasız gürültüsüz geçen. Sonra şiir gibi sevecek çocuklar birbirini. 

.

161. Adorno

.

Babam, her sene okulların açıldığı ilk günlerde, aldığım bütün defterlerin ilk sayfasına, o zamanlar kendisinin sandığım liseyi bitirdikten sonra Adorno'ya ait olduğunu öğrendiğim "Normallik ölümdür" cümlesini yazardı. Bütün okul hayatımı ve iş hayatımın başlangıç evrelerini bu sözün rahatlığıyla geçerken o öldüğünde anladım normalliği. Herkesin anormal olarak kapıma geldiği günü onun bana öğrettiği normallikle yaşadım.

.

160. Km

.
...çocuklar

kim bilir ne harikuladedir

160. km giderken öpüşmesi.

Nazım Hikmet

159. Şike

.

Şimdi bu işler sandığın gibi kolay olmuyor. Güveneceğin adamlar olmalı. Bak teşkilata üçgen, kare, yamuk derken silindire döndüler. (gülüşmeler) 
Hiç sevmediğim bir laf vardır: Ne ekersen onu biçersin. Bunu kullanma alanına göre elbette anlamı değişir. O zaman ne yapacaksın kardeşim. Ekmeyeceksin, biçmeyeceksin. (gülüşmeler)
Bak, atalarımız bu işi iyi biliyormuş. Göçebe yaşamışlar. Hala var o gelenek. Karadeniz'de. Toroslarda filan. Yazın yaylaya çıkıyorlar filan. Neden? Bir yerin pisliğini uzun süre çekmemek için. Kazık çakıp bağlanmamak, zaaf sahibi olmamak için. Ekip biçmemek için. Yarından sonra tanışmıyoruz. Birbirimizin göçebesiyiz, hadi bakalım.

.