176. Dilenci

.

"Beyefendi" dedi arkamdan kırık çok kırık ve kirli bir ses, dönüp baktım. Üstü başı hırpani, tozlu topraklı, yer yer yağ yer yer kurumuş koyu kan izleriyle bezeli esas rengini uzun zaman önce yitirmiş pantolon ve ceketiyle salınarak duruyor. Elleri de elbiseleriyle aynı oranda kirli, kara, kahverengi, tozlu, yağlı ve kanlı. Saçlarını ve gözlerini ve dudaklarını ve çenesini anlatmak gereği duymuyorum daha. Yine de beyefendi demesinden ince bir haz hissettim. Kendi adıma hissettiğim bir haz olmadığının farkındaydım. Onun içindi yani; sanki böyle kaba görünüşün ardından gelecek sözler de hep kaba olması gerekliymişçesine gaflete düştüm. "Buyrun" dedim ben de eş nezaket ve insaniliğin düşünüşünde. "Cebinizdeki paradan yaşamımı bugün belki yarın ve en geç öbür güne kadar idare edecek bir miktar rica edebilir miyim?" Şaşkınlığıma mı odaklanayım, bir dilencinin benden üç günlük yemek parası istemesi karşısında ne yapacağımı mı düşüneyim yoksa para isteme tarzı üzerine mi kafa yorayım bilemedim. Acele ile elimi cebime atarak bozuklukların hepsini çıkardım ve avucuna bıraktım. "Sadece bu kadar var" "Beyefendi, ben bütün paranızı talep eden bir hırsız değilim, sadece bu kadar var demeniz anlamsız, eğer işinize veya evinize gidiyorsanız en azından bir yolculuk yapacaksınız demektir ve bu da size bir miktar gerektiğini kanıtlar. Ve şayet siz de bir ihtiyacınızı görmek maksadıyla dışarıda bulunuyorsanız bütün paranızı benimle lütfen paylaşmayınız, ihtiyacınız olanı sayıp öyle karar verebilirsiniz."  

Artık bunun bir şaka olduğunu düşünmeye başladım.

.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder