204. Babalar Günü - Soma

.

Yapılacaklar: Pazar sabahı erken kalkıp duş alınacak. Babamın hep istediği gibi kahvaltı edilecek. En güzel elbiseler giyilecek. Babama yazdığım mektup yanımıza alınacak. Önce toprağını sulayacağım. Çünkü bu sene büyüdüm. Üzerindeki otları ve taşları temizleyeceğim. Üç kulhüvallahi bir elham okuduktan sonra ona yazdığım mektubu sesli okuyacağım. Ona söz verdiğim gibi bize yapılanları hiç unutmayacağım. 

203. Özür

.

ezilen tüm halklara

İlk yaz umutları olsun, kirazlı bahçelerden nefes nefes topladığımız. 
Biliyorsun, yaşamak bazen tek bir nefes
bazen ise Onurun mücadelesi.

Ayırmadan elmadan armudu, hurmadan vişneyi... Saraybosna'da, Gazze'de, Şengal'de, Yemen illerinde... Göğsümüzden fışkıran kardeşlik inancıyla yazılsın yüzyıllık barış şiiri. 

Sonra özür dileriz çocuklarımızdan...

  

202. Hiç

.

Seni gördüğümden beri sendeyim. Beni aldığından beri seninim. Beni bıraktığından beri kendimi bende görmüyorum. Senin bileğindeki kuvvetteyim, saçındaki tozda. Toprağı yaran makinede. Senin çalışma erdemin beni ezdi, içinde yeni bir aşkla yaratıldım. Ölüm halin beni bitirdi sanma. Ben kendimden çoktan gittim, sen seninle gitmeyecektin.

.

201. Saz

.

Sesi hepimizden iyiydi Nazmi abinin. Okullar tatile girince gündüzleri berberde çıraklık yapar akşamları ise sazını alıp evlerinin köşebaşında türkü söylerdi. O seneden sonra duymadık Nazmi abinin akoru bozuk sazının sesini de. 

.


200. 44

.

Çocuğum hala. İstiyorum ki eski çizgi filmleri yayınlasın televizyon kanalları. Annem zorla yemek yedirsin bana. Günün ağırlığı çöksün, gözlerim kapansın. Babaannem söylensin dursun hayırsızlığıma. Bu akşam da ders çalışmadan geçsin. Gözlerimi araladığımda babamın kucağında yatağıma taşındığımı göreyim, çocuğumu taşıdığım gibi. Çocuğum hala. Kırk dört yaşında.

.

  

199. Oyun

.

Oyun bozuluyor. Havadaki sıkıntıdan hissediyorum. Çok ölü gömdüm ben. Bir süre sonra ölüler, canlıların yerini alıyor. Aklımı oynattığımı düşünme sakın. Benim gerçeğim bu. Beni gerçeğim: Mezarlar. Bana gerçek diye yaşamdan veya yaşama dair örnek gösteremezsin. Çünkü yaşamı anlayabilmek için, yaşadığımı anlayabilmek için her akşam onun üzerine yazılmış kitaplar okurum. Her akşam, ne görürüm o kitaplarda biliyor musun? Sadece kurgu.

Uydurulmuş insanlar, insanların evleri, karı kocalıkları, çocukları, başlarına gelen dünya kadar abuk olay. Sen; baksana bir etrafına o kurgulardan birini yaşayan kaç kişi var tanıdığın? En basit kurguyu anlatayım. Oğlanla kız kaldırımda çarpışır - araba mı ulan bunlar sık sık çarpıştırıyorsunuz düzgün yollarında gitseler ya - göz göze gelirler sanki o anda tepelerinde de Eros vardır. İkisine birden aşk okları gönderir yayından. Milyonda bir görülen hastalıklara şahit oluyoruz ben daha kaldırımda çarpışarak evlenen görmedim. 

Peki, niye okuyorsun yaşamdan bahsetmeyen(!) kurgu kitapları diyorsun? İnanmak istediğim için. Kurgu da olsa bütün işi ölü gömmek olan ben, vicdanıma yaşanan güzel günlerin olduğunu inandırıyorum. Kimbilir hayattayken çok saygı görmeyen bir ölüye, hayatta olan bir olarak son saygımı gösteriyorum. Belki hayatta iken kurgu gibi yaşamış bir ölüye o hayatın hakkını verdiği için rağbet gösteriyorum. Fakat bu hava, eğer kurgulardaki gibiyse yani kitaplardan öğrendiğim hayata bir kez olsun gelecekse oyun bozuluyor. Canlılar ölülerin yerini almaya geliyor.

.


198. Kızım

.

Yeniden birini sevdiğini anlatacak kızım. Önce davranışları gelecek sonra bakışları ve yüzündeki suçlu seğirmeler. Bozuk bir Türkçe ile konuşacak, daha doğrusu benim ona kendini ifade etmeyi öğretemediğimi anlamamı sağlayacak. Anlattığı her şeyi yarım bırakıp soğan doğramaya gidecek. Mutfakta, yapayalnız, elinde bıçak, bilerek parmağını keserken gördüğü kan ile gözyaşı vagonlarından birinde yolculuk edecek ve indiğinde yanıma gelip yeniden birini sevdiğini anlatacak kızım. 

197. İnsan Küçüğü

.

bir insan küçüğü. elinde ince fırçalar. suluboya mektuplar boyuyor, baba diyeceği mezar taşındaki isme. bir insan küçüğü. meşin topla cam kıramayacak, bunu ilk yaptığında çok dayak yediğini hatırlayacak. sanki ölecekmiş gibi duruyor. arkadaşlarıyla yüzmeye gittiğinde, on beşinde. 

196. Hemşire

.

Kemikli alnı, uçlara doğru sivrilen simsiyah kirpik ve kaşları, damarları belirgin elleri ve çatlamış dudaklarını diliyle ıslatarak konuşan Ayten hemşire; ilk getirilen madencinin iş tulumunu kırk yıllık terzi edasıyla makasla ortadan ikiye kesti. Mayıs ayının en 'bahar' günleriydi. Sabahtan beri rutin hastalar arasında alerjik vakalar, astım nöbetleri, ateşlenen çocuklarla geçirmişti zamanını. Aniden bastıran bir fırtına gibiydi ambulansın gelişi. Ambulansın şoförü geri dönmekten bahsettiğinde hemşirelik kariyerindeki en büyük fırtınasına yakalandığını seziyordu. Madencinin gövdesi çöl gibi sıcak ve kuruydu. Eldiven içindeki parmaklarını sıcak kumda yürür gibi temkinli dolaştırdı göğsünde. Oksijen maskesine rağmen nefes almadığını fark etti. Kalbi atmıyordu. Sıradaki işler dağ gibi büyüdü önünde. Fırtınanın ilk yağmuru düşmüştü toprağa. 

.

195. Adam


Bir sövgü bin ayıba bedel. Dilbilgisi kuralları kendiliğinden işler. Korkma dedin tanıştığımız günden beri. Bütün adamlığımla al yazmalarına tutundum. Yaralarımı sürdüm ellerinin ayetlerine. Madeni yeryüzüne çıkardı sana olan aşkım. O karanlık destandan, yemyeşil bir masal dizdim. Senin gölgene düşüremedim adamlığımı. Korkma dedin tanıştığımız günden beri.  Annenin dualarını ezberlettin bana. Çocukluğumda annemin çelik çomaklarımı aldığı saatlerde; yine. Sonsuz bir çınar gibi büyüdü ölüm, korkmuyordum zaten, sensiz kalmaktan korktuğum kadar.

194. Cennet Madeni

.

Sana ne yaptılar ben anlatayım. Güneşini aldılar elinden. Işığa yabancı oldun. Ay parçanı söndürdüler. Karanlığa sus oldun. Nefesini çektiler, yüzün soldu. Varlığın çıkmaza girdi. Az birazdı gücün kollarında, bacaklarında. Konuşmaya halin var mı şimdi? Gözlerin çatladı, gözbebeklerinin sabır ateşi uçtu. İnsanlar, ah o insanlar... Azap veriyorlar ocağına. Okyanus kadar derin iç geçirişlerin olsa da okyanus kadar geniş çöller kaldı mazinde. Kuru ve sıcak. Artık ölümün terketmeyeceği bir nur'sun. Babana cennet madeninde yol.